Çocukların doğa ile teması, hemhal olması gelişimleri için hayli önemli. Doğayı tanıyan, bilen bir çocuk hayatı ve kendini de tanımış, bilmiş oluyor çünkü. Pedagog Mehmet Teber’e çocukların doğa ile irtibatının onlara neler kazandırdığını sorduk. “Evi mini bir hapishane gibi görüyorum” diyerek doğanın önemine vurgu yapan Teber, tabiat ile iç içe büyümenin fiziksel, zihinsel ve ahlaki açıdan çocuklara kazandırdıklarını anlattı.
Doğanın çocuğun fiziki gelişimine ne tür katkıları vardır?
Çocuklarda fiziksel anlamda iki temel gelişim vardır. Bunlardan birincisi ince motor gelişimi, ince kas gelişimidir. Diğeri de kalın motor gelişimi, kaba motor gelişimidir. Mesela bir ağaca tırmanmak, kol kaslarını güçlendirir, bacak kaslarını güçlendirir. Bir yerden bir yere zıplamak yine insanı güçlendirir. İnce motor kas gelişimi ise daha çok ince işlerle uğraşarak, mesela yerdeki küçük çöpleri toplayarak, o böceklere dokunmaya çalışarak, yere dökülen küçük incir parçalarını toplayarak hızlanır. Ben bir oyun terapistiyim. Toprağın, toprağa dokunmanın, çamurla oynamanın da çocuk üzerinde geliştirici bir etkisi vardır ve bu yüzden oyun odalarımızda her zaman kum bulundururum. Kum taneleri derideki en ince yerlere bile temas ederek oraları uyarır ve dokunma konusunda müthiş bir deneyim sağlar.
Doğanın zihni açması konusunda ne dersiniz?
Bir şeyin oluş seyrini gözlemlemek, insanda belirli bir düşünce sistemi geliştirir. Mesela çocuk bir karıncayı gözlemlediğinde, onun yuvasına bir şey götürdüğünü, zorluklara sabrettiğini gördüğünde, oradan bir sebep-sonuç ilişkisine ulaşır. Daha önce gördüğü bir çiçeğin büyüdüğünü gözlemlediğinde zihinsel olarak yeni şemalar oluşur o çocukta. Bu da hayatı yorumlamasını, sebep-sonuç ilişkisini anlamasını sağlar. Geçen sene teknoloji bağımlılığı kongresi vardı ülkemizde. Oradaki bir konuşmacı dedi ki: “Eğer çocuk doğanın içerisinde büyümüyorsa felsefi düşünceyi öğrenemez.” Mesela bir meyveyi dalından koparmayıp, gidip manavdan aldığınızda arada önemli bir bağlantı kesilmiş oluyor çocuk için. Çünkü onun sulanması, çiçek açması, büyümesi, olgunlaşması ve toplanmadığında dökülmesi gibi süreçlerin hiçbirine şahit olmuyor. Dolayısıyla yaşadığı dünyaya dair sebep-sonuç algıları oluşmuyor. Bunun yerine çok pratik, basit bir düşünce sistemi gelişiyor: Para verdim, karşılığında bunu aldım. Bir de doğadaki süreçler bu kadar hızlı ilerlemediği için sabretmeyi öğretir insana. Bir çiçeğe bakmayı, sulamayı, onun için ışığın gerektiğini öğretir. Yani çok fonksiyonel düşünmeyi öğretir.
Ahlak üzerinde bir etkisi var mıdır doğanın?
Günümüz şehir hayatında çocuklar başka birisini çok düşünmüyor. Sadece kendisi için yaşanan bir hayat görüyor. Ama doğada ya da sokakta böyle değildir. Orada zar zor bir ağaca çıkarak bir tane meyve bulursan; seni sırtına alan, oraya çıkmak için seni destekleyen arkadaşlarınla birlikte onu bölüşürsün. Arkadaş grubunda paylaşma vardır ve doğal ortam da buna iter. Çünkü zor elde edilen bir şey vardır ve onun için çabalayan ortak kişiler vardır.
Bir çiçeği sulamak, bir hayvana yem vermek, onun yavrularıyla birlikte yaşamak; bu dünyanın sadece kendisine ait olmadığını, bu dünyada başka kişilerin de olduğunu, onların da yaşama hakkı olduğunu ve onların da gözetilmesi gerektiğini öğretir çocuğa. Doğanın ahlaki gelişime en büyük faydası, ötekinin varlığını hissettirmesi ve merhamet duygusunu kazandırmasıdır belki de. Sadece kendisi için değil öteki için de bir şeyler yapabileceğini öğretmesidir diye düşünüyorum. Küçük yavruları besleyerek, koruyarak merhamet duygusunu geliştirmesi de çok önemli.
Tefekkür edebilme açısından da önemli değil mi doğa?
Çocukların Yaratıcı’mızı bilmeleri tanımaları için doğayla irtibat halinde olmaları, tefekkür etmeleri gerekiyor. Yoksa nereden aldık domatesi? Marketten... Ne ile aldık? Parayla... Bu düz mantıkla çocuk Yaratıcı’yı düşünemiyor. Çünkü çok basit düşünüyor. Yani orada Yaratıcı’yla bir bağlantı kurması teknik olarak mümkün değil. Nasıl bilecek O’nu? Her şey marketten alınan bir şey gibi geliyor. Bir yumurtanın bir oyuncaktan farkı yok ki çocuk için. O yüzden ne doğadan geliyor, ne marketten geliyor çocuklar bunu ayırt edemiyorlar. Yaratıcı’yla bağlantı kurabilmek için bitkilerin ve hayvanların varoluş sürecini gözlemlemek çok önemli.
Evde büyümek, sokakta büyümek ve doğada büyümek… Kıyasladığınızda ne çıkar ortaya?
Tabii ki doğa daha zengindir sokağa göre. Bu yüzden doğanın geliştiriciliği kesinlikle daha fazladır. Akan dere vardır, deredeki balık vardır. Çocuk orada ayağını ıslatır, o soğuk deneyimini yaşar. Onu değiştirir, başka bir şeye dönüştürür. Oradan bir şey yapar suyun üzerine atar. Onun gelişimini gözlemler. Suyun kaldırma kuvveti dediğimiz şeyi orada kendisi deneyimlemiş olur. Hayatın kendisini deneyimler yani çocuk.
Sokak, doğaya göre biraz daha kısıtlıdır. Ancak evden katbekat iyidir. Çünkü sonuçta çocuğun asıl ihtiyacı olan şey özgürlük ve deneyimleme imkanıdır. Çocuğu geliştiren şey bu. Ne kadar çok şey deneyimlerse o kadar gelişimi sağlıklı olur. Ama bu bir kere deneyimlemeyle de olmaz. Peş peşe birkaç deneyim lazım. Yani bir kere hayvanat bahçesine götürmek, bir kere akvaryuma götürmek deneyimleme anlamına gelmez. Aynı şeyi 8-10 defa yapması yeni düşünme sistemi kazandırır çocuğa. Yani yeni bir nöral bağlantı oluşturur. Arkadaş ilişkileri, orada üzülmek, istediği kadar ağlayabilmek, bazen dayak yemek, bazen dövmek, taşlar, topraklar, killer, çamurlar, sular... Bunlar arasında yaşamanın tabii ki öğreticiliği daha fazla. Evi ise mini bir hapishane gibi görüyorum ben.
Tamamen evde büyüyen çocuklarda herhangi bir sorunla karşılaşılıyor mu?
Benim görüşmelerimde evden çıkmadan büyüyen çocuklarda en büyük eksiklik sosyal iletişim eksikliği. İnsanın gelişmesi için zihnin karşısında bir zihin olması gerekir ki etkileşime girilebilsin. Bu insan zihni de olabilir hayvan zihni de olabilir. Küçükken herhangi bir şekilde evde kalmış, anne-babası çalışmış, anneanne-babaanne bakmış, pek fazla başka bir zihinle etkileşime geçmemiş çocuklarda sosyalleşme gerçekleşmiyor. Çocuk başkası açısından, başkası için düşünmeyi geliştiremiyor. Bir çocuk hayatın ilk 3-4 yılı içerisinde hep evde büyümüşse büyük bir oranda pedagoga yolu uğrar.
Doğada büyüyen çocuklar daha güçlü oluyor galiba?
Doğa risk almayı öğretir ve güçlendirir. Çünkü sorun yaşarsın. Doğayla irtibat halindeysen bir yerine diken batar. Bu acıya katlanırsın. Arı sokar, bunu bilirsin. Bunlara karşı sende bir direnç gelişir. Düşersin, diz kapağın kanar. O kanamanın kabuğa dönüştüğünü görürsün. Günümüz çocukları kan nedir bilmez bile. Çünkü vücudundan 1-2 damla kan çıktığını görmemiştir. Kabuk tutmak ne demektir bilmez ve ona karşı çok aşırı tepki verir. Çok kırılgan olur. Bir böcekten korkmaya başlar. Bir sinek geldiğinde bağırmaya başlar. Yalıtılmış bir ortamda büyümüş olmak çocuğu zayıf kılıyor. Çünkü zorluklarla karşılaşmayan bir bünye olgunlaşamaz. Doğanın insana sunduğu şeylerden biri de zorluktur. Kolaycılık yoktur doğada. Daha çok emek vardır. Bir şeyi bir yere taşımak, çamuru bir şeye dönüştürmek, onu belli bir hale getirmek bir emek ister.
Ve hayal gücü ister...
Evet. Böylece hayal gücünü de geliştirir. Üreticiliği destekler, farklı düşünmeyi destekler. En önemli noktalardan birisi de bence budur. Çocuk kendisi bir şeyleri bir şeye dönüştürerek belli bir üretim yapar. Yani çamuru alır, onu kendince bir şeye dönüştürür; buna A der. Bir sopayı alır, biraz kırar döker; buna B der. Birkaç küçük inciri alır, misket der. Çiçeklerden kendine bileklik yapar. Doğadaki çocuk sıra dışı düşünmeyi öğrenir, üretim yapar; oyun üretir, oyuncak üretir, kendisine bir şeyler üretir. Evdeki çocuk daha çok tüketen çocuktur. Bir üretim yapmaz.
Çocuk emek vermeyi de öğrenir o zaman.
Üretim emek gerektirir zaten. Tüketim bir emek gerektirmez. Bu emeğin sonrasındaki bir şeyleri başarmış olduğunu hissetmesi çocuğa ayrı bir haz verir. Biz topraktan geliyoruz ve ana damarlarımızdan birisi oradan kopuk olunca mutlaka bir şeyler eksik gider. Yani kökleri doğada olmayan bir çocuk, doğayla bağlantı kuramamış bir çocuk; çok yüzeysel yaşayan, sanal yaşayan bir çocuktur.
Dışarıda oynanan oyunlarla, evde oyuncakla veya bilgisayarla oynamayı kıyasladığımızda ne söylersiniz?
Zaten evde oyun oynamak için fazla yer yok. Daha çok bilgisayar oyunları var. Bilgisayar oyunlarının hiçbir geliştiriciliği yok. Ama sokak oyunları, çocuğu her anlamda geliştirir. Mesela, çok basitinden bir seksek oyunu denge oyunudur. İşin içerisinde dikkat var. Bakıyorsun sayma becerilerini geliştiriyor. 1-2-3-4-5-6-7-8 küçük çocuk bile orada 8’e kadar saymayı öğrenir. Tek ayak üzerinde durmayı öğrenir, zıplamayı öğrenir. Ya da ip oyununu düşündüğümüzde yine bu bir koordinasyon oyunudur. Dengede olması gerekir, iyi sıçraması gerekir. Bunların hepsi çocuğu fiziksel olarak geliştirir. Ya da bir misket oyunu ince motor becerilerini geliştirir.
Yani sokakta bizim oynadığımız oyunlar birçok beceriyi, dikkati, zekayı, farklı düşünmeyi, sosyal iletişimi, kaba motor-ince motor becerisini geliştirir ve en önemlisi de bunları yaparken bir etkileşim vardır. Bilgisayar oyunu hiçbir şeyi geliştirmez. İnce motor becerisini geliştirmez, çünkü sadece parmakların hareket ediyor. Kaba motor becerisini geliştirmez, zaten sürekli oturma halindesin. Düşünce becerisini çok fazla geliştirmez çünkü bir etkileşim yok. Yani bilgisayar oyunları ve sokak oyunları çok kıyaslanamaz.
Sizce kentli çocuğun doğayla teması ne sıklıkta olmalı?
Çocuğun doğayla teması her gün olmalı. Yani anne baba olarak çocuklarımızla birlikte yürüyüş yapmalıyız. O doğadaki değişimi görmeliyiz. Bak, burada küçük bir çiçek açmış, burada yavru bir kedi var, kuşlar geliyor buradan yem yiyor. Bu ağaç biraz büyümüş. Mesela mutlaka bir ağaç alıp dikmemiz lazım, onu büyütmemiz lazım, beslememiz lazım. Doğal olaylara çocuğun dikkatini çekmemiz lazım. Ayın halleri nedir, nasıl bu hale geldi? Güneş nereden doğuyor? Nereden batıyor? Yağmur altında yürümek, yağmurda oluşan su birikintilerine basmak, yağmurun gelişini izlemek, oradaki bulutlara bakmak... Hafta sonlarını fırsat bilmeliyiz. Vakit geçireceğiniz yerlerin mesire alanları olması lazım. Orada çocuk kendini özgür hissedebilir. Bir AVM’de çocuk ne yapabilir? O yüzden bizim kışın soğuğunu, baharın yağmurunu, her şeyi fırsat bilip çocuğu bu doğayla buluşturmamız lazım.
Olabildiğince doğayı evimizin içine getirmemiz lazım diye düşünüyorum. Evde bitki, çiçek beslemek gerek. Şimdi saksı meyveciliği var. Bunlar iyi fırsatlar çocuğun deneyimlemesi için. Çim adamlar bile olabilir. Çim sulamak, onun saçlarının uzaması... O esnada o deneyimi yaşaması gerek çocuğun. Evde imkan varsa çeşitli hayvanlar beslenebilir. Bunların hepsi az da olsa doğayla bağlantı kurmak anlamına geliyor. Ama en güzel bağlantı bir plazada değil, çocuğun doğayla temas edebileceği bir yerde yaşamak.
0 yorum:
Yorum Gönder