2015 ~ BilgiBebek <!--Can't find substitution for tag [bilgibebek.blogspot.com.tr.anasayfa]-->

31 Aralık 2015 Perşembe


Yeni bir yılı daha geride bırakmanın kimi için hüzün kimi için mutluluk olduğu bu özel günde geceyi keyifli geçirmenizi diliyorum. Bu özel günde çocuklarınızı da sevindirmeyi ihmal etmeyiniz, onlara ufak jestler yapabilir, gönüllerinde taht kurabilirsiniz.

Bütün BilgiBebek Platformu ziyaretçilerinin yeni yılı kutlu olsun.
Yeni Yılda Sağlıklı ve Mutlu Günler Dileğiyle... :)
Ev işleri arasında her hanımın farklı favorileri vardır. Mesela kimi ütü yapmayı sever , bazıları ise yemek yapmayı. Sevdiğiniz işlerin size verdiği keyif ise bambaşkadır ve terapik etkileri vardır. Başka dünyalara gider, hayaller kurar, güzel anları hatırlar, planlar yaparsınız.
Size harika bir haberimiz var. Artık bu keyfi size yaşatan favorileriniz arasına çamaşırı da ekleyebilirsiniz :) Çünkü Rinso bunu mümkün kılıyor.
Rengarenk paketleri ile raflarda dururken bile enerjisini yansıtan Rinso, çamaşır yıkamayı kolay ve eğlenceli bir hale getiriyor. Rinso’nun Kır Bahcesi (Yeşil), Çiçek Bahcesi (Pembe) ve Büyülü Bahçe (Mor) şişeli sıvı deterjanları hem beyaz hem de renklileriniz için tortu bırakmayan bir temizlik vaad ediyor.
Rinso’nun gerçek eğlencesi, yıkama sonrası çamaşır makineninizi açtığınız anda başlıyor. Öyle ki kapağı açtığınız anda tertemiz çamaşırlarınıza eşlik eden muhteşem çiçek kokuları tüm banyoya yayıyor. İşte o an, hissettiğiniz duygular tarif edilmez. Sanki bir anda sevdiğiniz bir melodi çalmaya başlıyor ve o koku sizi alıp bambaşka bir yerlere götürüyor.
Bu kokular o kadar kalıcı ki tertemiz çamaşırlarınızı asarken, kuruturken, ütülerken ve tabii ki giyerken makineyi açtığınız o andaki duygular size kendini hatırlatmaya devam ediyor. Rinso kalıcı bahar kokuları ile çamaşır yıkamayı keyfe dönüştürüyor.
Mutluluk ve keyif zaten anlık değil midir? Mühim olan o anlara hayatınızda yer açmak. İşte Rinso bunu mümkün kılıyor.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

29 Aralık 2015 Salı




1 yaşındaki bebeğinizin kilosu, doğum kilosunun üç katına ulaşmıştır. Baş ve göğüs çevresi eşitlenmiştir. Gündüz uykusu artık 2,5 saate düşmüş, arama refleksi kaybolmuştur. Yürümeye başlamıştır. Çorabını kendisi çıkarabilir, çatala batırılan yiyeceği ağzına götürebilir durumdadır.








Bakım beslenme ve sağlığını geliştirmek için neler yapabilirsiniz?
Bebeğinizin ayağına giydireceğiniz çorabına değişik süslemeler yaparak, bebeğinizin ilgisini çekmesini sağlayabilirsiniz. Böylelikle çorabıyla ilgilenen bebek, onunla oynamaya, onu çıkarmaya çalışacaktır.

Bebeğinizin yaşına uygun olacak olan bir çatalla yemek yemesini desteklemelisiniz. Bebeğin yiyebileceği türde olan besinleri çatala batırarak bebeğinize vermelisiniz. Kendisinin de zaman zaman çatalla yemek yemesini (sizin kontrolünüzde) sağlamalısınız.

Kilo kontrolünü düzenli olarak yaptırmalısınız. Doğum kilosunun 3 katına ulaşmamışsa, yeteri kadar kilo almamışsa doktor kontrolüne götürmelisiniz.

Baş ve göğüs çevresi ölçümlerini yaptırmalı, takip ettirmelisiniz. Ortalama olarak baş ve göğüs çevresi ortalaması 46-30 cm olmalıdır.



Diş kontrolünü yaptırmalısınız.
Gündüz uykusu giderek azalacağı için ona göre düzenleme yapmalı ve gece kaliteli bir uyku geçirmesini sağlamalısınız. Gündüzleri bebeğinizle yaptığınız etkinlikleri çeşitlendirmeli, artırmalısınız. Bebeğinizle eğer dışarıda zaman geçirecekseniz, koruyucu güneş kremi ve şemsiye kullanmalı, güneşin zararlı etkilerinden onu korumalısınız.

Kaba Motor Gelişim Alanı
Bebeğiniz artık çömelme pozisyonundayken ayağa kalkabilir. Yardımsız yürüyebilir. Tutulabilecek sapı olan nesneleri itebilir. Basamakları emekleyerek çıkabilir. Kolları ile güç gerektiren hareketleri yapabilir.

Bebeğinizin kaba motor gelişim alanını nasıl destekleyebilirsiniz?
Bebeğiniz yerde otururken ve oyun oynarken onun ilgisini çeken veya sevdiği bir nesneyi onun oyun alanı içine koymalısınız. Bebeğiniz kollarını ve bacaklarını açarak dengesini sağlayacak ve yardımsız yürüyerek nesneye ulaşacaktır.

Tutulabilecek sapı olan bir oyuncağı, yetişkin kişi olarak önce itmeli ve çocuğa göstermeli hareket ettirmeniz gereklidir. Oyuncağı sapından iterek ileri doğru yürümesi için bebeği cesaretlendirmelisiniz.

Merdivenin birkaç basamak yukarısına bebeğinizin dikkatini çekecek bir nesne koyarak, yukarıya emekleyerek çıkıp, nesneye ulaşması konusunda cesaretlendirmelisiniz.

Bebeğinizle karşılıklı oturunuz. Elinize aldığınız küçük bir nesneyi (mendil, kumaş parçası vb.) bebeğinizin önüne koyarak dikkatini çekmelisiniz. Bebek mendil ile oynamaya başlayınca, mendilin bir ucundan da siz tutarak, mendili hafifçe kendinize doğru çekmelisiniz. Bebeğiniz elinden alınmaya çalışıldığını düşündüğü nesneyi kol gücünü kullanarak kendisine doğru çekecektir.
Bebeğinizin yürüme çalışmaları esnasında denge gelişimini sağlamak için farklı zeminlerde (kum, çakıl taşlı alan, beton zemin vb.) yürümesine fırsat vermelisiniz.

Yürüme alanında bebeğiniz için tehlike yaratacak unsurların olamamasına dikkat etmelisiniz. Bebeğiniz, hızlı hareket etmeyi gerektiren oyunlarda(yakalama oyunu gibi)yürüme yerine emeklemeyi tercih edebilir. Bunu doğal karşılamalısınız.

İnce Motor Gelişim Alanı
Bebeğiniz artık nesnelerin kapaklarını yerlerine yerleştirebilir. Kalın yapraklı kitap sayfalarını çevirebilir.

Bebeğinizin ince motor gelişim alanlarını nasıl destekleyebilirsiniz?
Bebeğiniz oturur pozisyonda iken önüne tencere gibi kapaklı nesneler koyunuz.
Bebeğinizin bu nesnelerin kapaklarını tek hareketle açması, kapatması ve yerlerine yerleştirmesini bekleyiniz. Gerektiğinde ona yardımcı olunuz. Küçük çaydanlık ya da tencereleri bu amaçla kullanabilirsiniz.

Bebeğinize sayfaları kalın karton, bez, naylon veya mukavvadan yapılmış, gelişimsel düzeyine uygun resimli çocuk kitabı verebilirsiniz. Bebeğinizin kitabın sayfalarını eliyle çevirmeye başlaması için gerektiğinde model olunuz ve onu teşvik ediniz.

Çeşitli nesnelerle oyun oynamasını, nesneleri ileri geri hareket ettirmesini, küçük nesneleri dar ağızlı kaba atmasını, kalın kitap sayfalarını eliyle çevirmesini ve kapakları yerine yerleştirmesini izleyip değerlendirmelisiniz.

Sosyal Duygusal Gelişim Alanı
Bebeğiniz artık başkalarının ilgisini çeken davranışları tekrar edebilir. Bağımsız hareket etmek ister. Hoşuna giden hareketleri tekrar tekrar yapar.

Bebeğinizin sosyal duygusal gelişim alanını nasıl destekleyebilirsiniz?
Bebeğinizin bir yetişkinin kontrolünde, bulunduğu ortamda özgürce hareket etmesini sağlamalısınız. Elinden tutarak yürüyüş yaptırmalısınız. Yürüyüş sırasında nesnelere dokunmak ve oynamak istediğinde izin vermelisiniz. Elinizi bırakıp yürümek istediği zaman, olası tehlikeleri önlemeye dikkat ederek fırsat vermelisiniz.

Bebeğinizin tekrarlamaktan hoşlandığı hareketlerden oyun üretmelisiniz. Bebeğinizin tekrarlayabilmesi için imkân sağlamalısınız. Bebeğinizin hoşuna giden çeşitli yüz ifadelerini, sesleri, canlı varlıkların hareketlerini yaparak bebeğinizin de denemesini isteyiniz.

Bebeğinizin dikkat çekmek amacıyla yaptığı olumlu davranışları, çıkardığı sesleri izlemeli ve olumlu tepkiler vermelisiniz. Sosyal ortamlarda bebeğinizin bu davranışları tekrar etmesini desteklemelisiniz.

Bebeğinizin yürümeye başlamasıyla birlikte, etrafı keşfetme isteği de başlar. Bu nedenle nesnelere dokunarak, tadarak tanımak ve öğrenmek ister. Bu dönemde bebeğiniz yalnız bırakılmamalı, bağımsız hareket ettiği sırada düşme ve çarpma gibi kaza ve tehlikelere karşı önlem alınmasına özen göstermelisiniz.

Bebeğiniz yapmaktan hoşlandığı hareketleri tekrar etmek isteyecektir. Bunları desteklemelisiniz.

Dil Gelişim Alanı
Bir yaşındaki bebeğiniz artık nesnelerin ya da kişilerin isimlerini söyler. Tek sözcüklü cümle kurabilir. Bir-on arasında sözcük kullanabilir.

Bebeğinizin dil gelişimini nasıl destekleyebilirsiniz?
Bebeğinizin yakın çevresindeki nesne ya da varlıkların (insan-hayvan-bitki) kendilerini ya da resimlerini gösterip, isimlerini sormalısınız. Bebeğinizden gösterilen nesnelerin isimlerini söylemesini beklemelisiniz. Örneğin: babasını gösterip ‘’Bu kim?’’ diye sorulduğunda ‘’Baba’’ cevabını vermesi beklenilir.

Bebeğinize sık sık ‘’Abi nerde?’’ ‘’Anne ne yapıyor?’’ gibi sorular sorarak konuşmasını desteklemelisiniz.

Bilişsel Gelişim Alanı
Bebeğiniz artık saklanan nesneleri birden fazla yerde arayabilir. Bir grup nesne arasından adı söylenen nesneyi gösterebilir. Çevresinde oynayan çocukları izler.

Bebeğinizin bilişsel gelişim alanını nasıl destekleyebilirsiniz?
Bebeğinizle karşılıklı oturunuz. Aranıza üç tane minder yerleştiriniz. Bebeğiniz görmeden elinizdeki nesneyi, minderlerden birinin altına yerleştiriniz. Bebeğinizden, saklanan nesnenin hangi minderin altında olduğunu bulmasını isteyiniz. Bu oyunu farklı nesnelerin ya da yastıkların altına saklayarak da devam ettirebilirsiniz.

Bebeğinizin 4-5 oyuncağını alarak bebekle karşılıklı oturunuz. Oyuncaklardan birinin adını söyleyerek, bebeğinizin adı söylenen oyuncağı göstermesini ya da vermesini isteyiniz. Bebek tam olarak istenileni yapana kadar, farklı zamanlarda tekrar etmelisiniz.

Bebeğinizi farklı yaşta çocukların bulunduğu mekânlara, oyun parkına götürerek diğer çocukları izlemesini sağlayınız. Çocukların yaptıkları ile ilgili konuşunuz. Bebeğinizin dikkatini çevredeki kişi ve olaylara çekmelisiniz.

Saygılarımla
Uzman Pedagog Nilüfer Evgin


24 Aralık 2015 Perşembe

Tuvalet eğitimi için, her çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişim hızı ve hazır oluş dönemi farklıdır. Bu nedenle öncelikle her çocuğun hazır oluşunu beklemek ve belirlemek gereklidir. Ortalama olarak tuvalet eğitimine başlama yaşı 1,5 – 2,5 yaş arasıdır. Öncelikle çocuğun tuvalet eğitimine hazır olup olmadığı belirlenmelidir. Anne baba ya da tuvalet eğitimini verecek olan kişi bazı noktaları belirlemelidir.

Dikkat edeceği noktalar: Çocuk öncelikle yüzündeki organları sorduğumuz zaman tek tek karıştırmadan gösterebiliyor mu?







Gösterebiliyorsa bu onun tuvalet eğitimi sürecinde beyin kontrolünü sağlayabileceğinin göstergesidir. İkinci olarak bezini taktıktan sonra, belli aralıklarla (not alarak) bezinin açılıp kuru olup olmadığı kontrol edilmelidir. 10 ar dakika aralarla açıp kontrol ettiğinizde uzun süre kuru olduğunu ve kuru kalabildiğini görmüş iseniz bu bize hazır oluş kriterlerinden birini vermektedir.









Bu durum yani uzun süre bezinin kuru kalabilmesi bize çocuğun kas ve sfinkterlerinin gelişmiş olduğunu, kaslarını ve sfinkterlerini artık kontrol edebildiğini gösterir. Çocuğun tuvalet eğitimine hazır olduğunu hissediyorsanız ve bu dönemde herhangi bir stres yaratacak olay ya da sıkıntı yoksa ( taşınma, hastalık v.b) ve uygun mevsim olarak düşünüyorsanız öncelikle hazırlıklara başlayabilirsiniz. Hazırlıklara başlamadan kasıt; özellikle ailenin de buna hazır olmasıyla başlanılmalıdır. Çocuğun aile bireylerini tuvaletini yaparken gözlemlemesi ve bunun normal bir durum olduğunu hissetmesi gerekir. Bunun yaklaşılmaması gereken bir tabu değil, fizyolojik normal bir faaliyet olarak algılanması sağlanmalıdır.

Çocukla birlikte alışverişe çıkılıp, bir klozetin üzerine konulabilecek yanlarda tutma kolu olan klozet adaptörü alınmalıdır. Adaptörün yanlardan tutacak kollarının olması çocuğa güven verecek, düşme korkusunu önleyecektir. Lazımlık ya da tuvalet oturağı gibi materyaller tuvalet eğitiminde süreyi geciktirecek ve güçleştirecektir. Çocuk tuvalet oturağını oyuncak gibi algılayacak, odasına veya televizyonun yanına götürmek isteyecek, onu koltuk gibi algılayacaktır. Adaptörün klozet üzerine konulduğunu ve sadece tuvalet amacıyla kullanıldığını öğrenmelidir. Anne baba ile eşit şartlarda tuvalet ortamı olacak, sadece çocuğun işini kolaylaştırmak için uyarlanmış olacaktır. Adaptörlü klozete çıkmakta güçlük çekeceği için bir yükseltici ayaklarının altına konulursa kendisini daha güvende hissedecektir. Tuvalet eğitimi süreci içerisinde yine beze son vermeden önce çocuğun beze yapmış olduğu kaka, çocukla birlikte bir materyalle alınıp klozetin içine atılır, üzerine de sifon çekilir. Böylece çocuk çiş ve kakasının yolculuğunu, tuvaletin amacını öğrenmiş olacaktır. Adaptör alındıktan sonra çocukla tuvalet eğitimi konusunda konuşulur. Kendisine çok açık, net ve basit olarak açıklamalar yapılır. Çocuk bezi çıkarılıp adaptöre oturtulur, alkışlanır, provalar yapılır. Daha sonra sifona çocuğun basması istenir ve tekrar alkışlanır. Belli aralıklarla çocuğun bize söylemesi beklenmeden tuvalete gitme teklif edilir ve bu gidiş oyuna dönüştürülür. Giderken el ele tutuşup ambulans gibi gitme, at gibi koşarak gitme vb. küçük eğlenceli oyunlar yapılır. Her defasında sonuçta alkışlanır ve sifona basma ödülü çocuğa verilir. Çocuğa baskı olmadan, oyunla eğlenceli öğretim yaklaşımı uygulanır.

Zaman zaman bu süreçte kazalar olabilir. Kazalar görmezden gelinip, hiç kızmadan, elbiseler değiştirilir. Güleryüz ve anlayışla eğitime devam edilir. Dikkat edilmesi gereken önemli nokta çocuğun çişini tuvalete, kakasını ise beze yapmayı teklif etmesi ve bunu böylece sürdürmek istemesi durumudur. Böyle bir teklifin uygun olmayacağı açıklanmalı ve bu yanlış yola girilmemelidir. Bazı aileler bunu başlangıçta masumca kabul etmişler ve sonra 5-6 yaşa kadar devam etmek zorunda kalıp çözüm bulamamışlardır. Bu büyük bir hatadır, tuvalet eğitimi sürecini yanlış bir yola sürükler, onarılması güç olan başka problemlere neden olur. Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta tuvalet eğitiminde anne babanın kararı tamamen çocuğa bırakmasıdır. Burada 5 yaşına gelip elinde bezle ‘‘kendisi istemedi, bizde tuvalet eğitimi veremedik’’ cümlesiyle acizlik durumunu anlatan ebeveynler olabilmektedir. Tam verecektik, yazlıkta oynadığı bir arkadaşı vardı o erken dönünce tuvalet eğitiminden vazgeçti gibi nedenler sıralayabilmektedirler. Burada tuvalet eğitimi sürecini yönetecek olan, liderlik edecek olan kişi anne babadır. Çocuk tek başına değildir. Öyle olsaydı anne babaya gerek olmazdı.

Çocuğun uygun yaşa gelip, ‘’anne baba ben karar verdim bezimi atıyorum’’ deme olasılığı düşüktür. Yani bu süreç anne babalar tarafından yönetilmelidir. Eğer çocuk bir okul öncesi eğitim kurumuna devam ediyorsa tuvalet eğitimi okulda ve evde aynı anda başlanılmalı, işbirliği, anlayış ve sevgi dolu bir süreçle birlikte uygulanılmalıdır. Geceleri ise uyumadan önce çocukla konuşulmalı, açıklama yapılmalı, belli aralıklarla kaldırılıp tuvalete götürülmelidir. Bu aralıklar bir süre sonra genişletilerek her çocuğun biyolojik ritmine göre ayarlama yapılmalıdır. Çocuğun tuvalet eğitimi sürecindeki başarıları övgüyle karşılanmalı, kutlanılmalı başarısı takdir edilmelidir.

Saygılarımla,
Uzman Pedagog Nilüfer Evgin

21 Aralık 2015 Pazartesi


Mutfak Prensesi


Küçük Evhanımı


Yemek Kraliçesi


Fındık Kurdu

Ne kadar da tatlılar yaa :)

Çocuk, dünyayı bin bir şekilde gözlemleyebilen bir aile bireyidir. Çocuklar için tek istedikleri olan oyuncaklar bazen yetmeyebilir. Anne-babaların tümü oyuncakların çocuklara yettiğini düşünür ve kendi kendisine oynayarak vakit geçirebileceğini düşünür. Fakat asıl durum böyle değildir. Çocuklar tabii ki oyun ve oyuncaklarıyla doyumsuz bir vakit geçirirler ama sevgi, şefkat isterler. Anne babasının da oyunlarında eşlik etmesini isterler. Siz de oyunlarında onları yalnız bırakmamalısınız. Kendi çocuğunuzu sizden daha fazla tanıyan yoktur. Çocuğunuzun gelişim evrelerini takip etmeli ve hangi yılda hangi zorluklarla karşılaşacak onları araştırıp bu gelişim evrelerinde onu bu tür zorluklardan yara almadan kurtarabilirsiniz.


Bilincliaileler


Çocuğunuzun büyük bir birey gibi söz sahibi olmasına imkan tanımalısınız. Düşüncelerini ne kadar iyi dinlerseniz ileride iletişim kurma problemleri yaşaması o denli azalacaktır. İkili diyaloglar aile ilişkileri ve çocuk gelişiminde oldukça önemlidir.



Çocuğunuzu çalışmalarında ve başarılarında ödüllendirmelisiniz. Yaptığı çalışmalarını takdir ettiğinizde başka bir çalışmalara koyulmak için çok daha fazla heveslenecektir. Hatalarında ise sınırlarıyla orantılı bir bedel ödemelidir. Bu bir ceza değildir. Ödevini veya boya çalışmasını yapmadığı taktirde çikolata ödülünü kaybedeceği veya parkta oyun oynama ödülünü kaybedeceği söylenmelidir.



Çocuklarınızın arkadaş çevresi 3 yaşından sonra çocuğunuz için çok değerlenecektir. Çocuğunuzun arkadaş çevresini kötülememeli ve onlarla sorunlar karşısında eve çağırıp olayları değerlendirmelisiniz.


Çocuğunuza sorumluluklar verin. Sorumlulukların karşısında küçük başarıları tatmasına izin verin. "Hiçbir zaman onların yaptığından ne olacak" demeyin. Beraber ev işleri veya alışveriş yaparken küçük hanımefendilere veya beyefendilere de bazı görevler vererek iş bölümü yapabilir hatta çocuğunuz bundan zevk bile alabilir eğlenebilirler.

BilgiBebek Blog Yazarı Özgür BAY

19 Aralık 2015 Cumartesi

Anaokulu, çocukların eğitimini ve oyun döneminde hayal dünyasını zenginleştirerek çeşit çeşit oyunlarıyla çocuklarımıza gelişim sürecinde büyük destek sağlamaktadır. Anaokulu çocukların toplumsal kişiliklerini ve davranış biçimlerini küçük yaşta öğreterek çevre ve topluma karşı duyarlı bireyler yetiştiren toplumsal bir kurumdur. 3-6 yaş aralığında annenin yokluğunda idare edilmesi için değilde anneyle birlikte çocuğun başarı ve kazanımlarını arttırıcı etkinliklerle küçük yaşta büyük işler yapabilmelerini sağlayan bir mekan olarak bakılmalıdır bu duruma. Çünkü annenin eğitimi tek başına yeterli olmayabilir. Çocukların zeka ve hayal dünyası o kadar geniştir ki annenin eğitimi ve anaokulunun gelişimine katkıda bulunacak etkinlikleri ile çocuk tam destek alarak büyük başarıları yakalamaktadır.

Anaokulu, çocukları ilkokuldaki etkinliklere ve derslere hazırlar ve böylelikle çocuk ilkokulda öğrenme zorluğu çekmez. Çocuk, okul ortamına küçük yaşta hazırlandığı için ilkokulda uyum sorunu ve içe kapanıklık durumu ortadan kalkar.Çocuk zekası bir çok zeka türünden oluşur;özel, sayısal, görsel, müzik, görsel ve sosyal zeka.  İlk üç yıl ailesinin eğitimini alan çocuk daha sonra beden eğitimi, ingilizce, müzik, resim ve seramik, drama, satranç, fen ve doğa etkinlikleri ile el yatkınlığını geliştirir hem de sözel, sayısal, görsel, müzik, görsel ve sosyal zekasını geliştirir.

Anaokulu eğitimi alan çocuk yaşıtlarıyla yakın ilişkide olur ve birlikte yaşamayı, yemek yemeyi, uyumayı ve beraber oynamayı öğrenir. Böylelikle paylaşımcı olmayı öğrenir. “Ben” ve “başkası” kavramalarının bilincine vararak yardımlaşma ve işbirliği duygusunu geliştirir. İşbirliği kavramı çok önemlidir. Çocuklarımız hayatı boyunca iş bilincini uygulayacaktır. İlkokulda öğretmenin vereceği grup çalışmalarından iş hayatına atıldığında toplu iş çalışmalarına kadar uzanır. Bu yüzden işbirliği çok önemlidir. İşbirliğini iyi kavrayan çocuklar grup çalışmalarında görev bilincini anlarlar.

Ben anaokullarını destekliyorum. Sizde destekliyorsanız aşağıdaki yorum bölümüne "Bende Anaokullarını Destekliyorum" yazınız.

BilgiBebek Blog Yazarı Özgür BAY
Son dönemlerde ismini sıkça duymaya başladığımız eğitim sistemi Montessori. Belki ilk defa duyanlar için söyleyecek olursak, İtalyan Profesör Montessori tarafından ortaya atılan "çocuk merkezli" bir eğitim sistemi. Almanya, Amerika, İtalya başta olmak üzere birçok ülkede bu sistem hala kullanılmakta. Bu sistemin özünde öğrenciye tepeden inme müfredat programı ile değil de, çocuğun daha çok kendi yeteneklerini kendisinin keşfettiği, öğretmenin bilen değil de rehberlik yaptığı bir eğitim sistemi... 

Bizler de bu eğitim sistemini Pedagoji Derneği Başkanı Pedagog Mehmet Teber ile konuştuk.



Montessori sistemi nedir? Şu andaki mevcut eğitim sistemlerinden farkı nedir?

Montessori sistemi aslında bir eğitim sistemi. İtalya’nın ilk kadın doktorlarından olan Maria Montessori tarafından bulunup, geliştirilen eğitim sistemi. Bizim bildiğimiz klasik eğitim sistemimizde çocuklar sırada oturur, bir tane öğretmen vardır, öğretmen dersi anlatır ve öğrenci dinler. Yani öğretmen merkezlidir. Bilen ve aktaran öğretmendir. Montessori eğitim sisteminin mevcut olan sistemden farkı; sıra düzeni yoktur. Kocaman bir sınıf ortamı vardır. Burada çeşitli materyaller mevcuttur. Öğrenci gelir ve buradaki materyallerle gününü geçirir. Öğrenciye çok müdahale edilmez. Öğretmen şimdiki eğitim sistemi gibi çok bilen ve anlatan rolünde değil, ortamı hazırlayan, düzenleyen, kriz anında orada olan, çocuğu gözlemleyen kişidir.

Bu sistemde öğrenci nasıl bir eğitim alıyor? Çocuk merkezli bir sistem olduğu söyleniyor? Buradaki çocuk merkezliden kasıt nedir? 

Eğitim sistemleri birkaç grubu ayrılabilir. Bunlardan bir tanesi öğretmen merkezli eğitim sistemleridir. İyi bir öğretmen vardır, gidersiniz ondan ders alırsınız, onun bilgisine güvenirsiniz ve öğretmen her şeyi şekillendirir. İkincisi çocuk merkezli eğitim sistemidir. Çocuk kendisi ne ihtiyaç duyuyorsa onu öğrenir, onun ihtiyaçlarının ön plana alındığı, çocuğun potansiyelinin öne çıktığı, çocuğun öğrenirken merkezde olduğu, bilgiyi kendi deneyimleyerek, deneme yanılma yoluyla öğrendiği sistemler çocuk merkezli eğitim sistemleridir. Montessori sisteminde eğitim çocuk merkezlidir. Bir gün öğretmen sınıfa gelip “Haydi çocuklar, bugün bunu işleyeceğiz.” demez. Çocuk gelir, zaten sınıfta yapılacak birçok şey vardır. Orada kendi ilgisini çekeni yapar, öğretmen takıldığı yerlerde ona yol gösterir, rehberlik eder. Hadi size bir şeyler anlatayım, bir şeyler aktarayım, beni dinleyin, ödev vereyim, benim dediklerimi yapın gibi bir anlayış yoktur. Çocuğun ihtiyaçları ve istekleri çerçevesinde şekillendiği için o yüzden çocuk merkezli bir eğitim sistemi olarak adlandırılır.


Neden bu sistem dünyanın en başarılı sistemi olarak tanımlanıyor?

Montessori sisteminin başarısı şuradan kaynaklanıyor: Bizim normal eğitim sistemimizdeki temel paradigma hataları var. Bunlardan bir tanesi çocuk nasıl öğrendiği ile alakalı. Çocuk, yeni bir şey öğrendiğinde eline alır, uğraşır, onunla ilgili sorular sorar, bakar. Öğrenme sistemi budur. Öğrenmek için dokunması, temas etmesi lazım. Onunla ilgili sorular sorması lazım, tartışması, denemesi lazım. Çocuk eline bir kalem aldığı zaman bakar, dener, çevirir, çeker, uzatır, kırabilir, yazar, birçok şey yapar. Çocuk böyle bir şekilde öğrenirken klasik eğitim sisteminde çocuk buna imkan bulamaz. Öğretmen bir şey anlatırken çocuk yerinde oturmak, sabit kalmak durumundadır. Deneyimlemek yoktur ya da çok azdır. İkincisi, klasik eğitim sisteminde çocuk oturur. Halbuki çocuklar hareketli varlıklardır. Oturarak bir şey öğrenmek çocuk için çok zordur. Oturarak eğitim yapmak şimdiki eğitim sisteminin handikapıdır. Üçüncü olarak klasik sistemde çocuğa çok değer verilmez. ‘Aman o ne bilir ki, öğretmen bilir.’ düşüncesi vardır. Montessori eğitim sistemi çocuğa gerekli ve hak ettiği değeri verdiği için avantajlı bir sistemdir. Çocuk serbesttir, özgürdür. Şimdiki eğitim sistemine tek tip insanlar yetiştiren bir eğitim sistemi denir. Fabrikanın bir ucundan girip, diğer ucundan çıkmış gibidir çocuk. Ama Montessori çocuğu daha özgürdür. Hayal dünyası, yaratıcılığı, istekleri kısıtlanmamıştır. Çocuk zorla bir şeyi öğrenmek zorunda kalmaz. Çocuk kendisi deneyimleyerek, deneyerek öğrenir. Merak duygusu merkezde olduğu için çocuğun hareketleri kısıtlanmaz, Montessori, çocuk ruhuna daha uygun bir sistemdir. O yüzden çocuklar bu eğitim siteminde keyif alır. Sıkılmaz, okula gitmek istemiyorum, okul sıkıcı bir yer demez. Çünkü orası kendini gösterdiği bir alandır. Çocuk ruhunun özelliklerini iyi yakaladığı için, ona göre de eğitimi dizayn ettiği için tek tip bireylerin değil, daha farklı düşünen bireylerin ortaya çıktığı bir sistemdir. Bu nedenle de şimdiki eğitim sisteminden daha faydalıdır. Şimdiki eğitim sistemi çocuğa göre düzenlenmiş değildir. Müfredatı öğretmene göre düzenlenmiştir. Çocuğun ruhu hiçe sayıldığı için de bu eğitim sisteminden sonuç almak pek mümkün olmuyor. Montessori’nin artısı orada.

Sistem, "Vicdan eğitimi olmadan davranış eğitimi olmaz" temasına dayanıyor. Bunu biraz açabilir misiniz?

Bu aslında Adem Güneş’in bir yaklaşımı, Montessori’nin direkt kendi yaklaşımı değil. Adem Güneş’in Anadolu Pedagojisi yaklaşımında var bu cümle. Doğru bir tespittir. Bir çocukla duygusal bir bağ kurmadan, o çocuğun davranışlarını eğitemezsiniz demektir. Mesela siz bir çocuğa davranış kazandırmaya çalışıyorsunuz, çocukla sizin aranızda bir duygusal bağ yoksa bu davranışı kazandıramazsınız ki, zorla bunu yapamazsınız. Ödülle de olmaz, ceza ile de olmaz. Arada bir sevgi bağının oluşması gerekir. Beni sevdikten sonra çocuk benim dediklerimi yapar. Adem Güneş’in çıkış noktası burası. Ama Montessori, benim yaptığım araştırmalarda bizzat bunu güden birisi değil. Yani öğretmenini sevsin, öğretmeniyle hemhal olsun, onu içselleştirsin gibi bir anlayışı yok. Maria Montessori’nin sistemi daha çok, çocuk özgür olsun, öğretmen pasif olsun anlayışındadır. Çocuk istediğini yapsın, uygun materyaller sunalım ki, eğitimin önemli bir parçası uygun materyallerdir, çocuk kendi öğrensin. Ama çocukla öğretmen arasında üst-ast ilişkisi olmadığı için arada daha duygusal ve güzel bir ilişki kurulabilir. Çünkü bizim eğitim sistemimizde öğretmenle öğrenci arasında doğru iletişim kurmayı engelleyen en önemli şey, öğretmenin çocuklara ha bire ödev vermesi, kızması, bağırması, disipline etmeye çalışmasıdır ki çocuk bir türlü öğretmeniyle o duygusal bağı kuramaz. Ama disipline etmeye çalışmanın, kızmanın, bağırmanın, ödev vermenin olmadığı bir yerde çocuk öğretmeni daha çok sevebilir. Montessori sisteminde çocuklar öğretmenini gerçekten çok sevebilir. Ancak Montessori’nin eğitiminin merkezinde, Adem Güneş’in dediği gibi bence vicdan eğitimi yok. Zihinsel aktivitelerin gelişimi var, çocuğun özgürlüğü, öğretmenin pasifliği, çocuğa güven ve ona saygı var Montessori sisteminde.


Montessori sisteminin 2005 yılından itibaren MEB tarafından eğitim sisteminde uygulanmaya başlanan yapılandırmacı yaklaşımdan farkları nelerdir?

2005 yılından itibaren MEB tarafından eğitim biraz değiştirildi, constructivist dediğimiz yapılandırmacı yaklaşım geldi. Ama şu değişmedi. Montessori’de önemli olan materyal ve ortamdır. Hangi yaklaşımı kullanırsanız kullanın sınıf ve sıra düzeni içerisinde bunu yaparsanız Montessori eğitimini gerçekleştiremezsiniz. Ve materyalleriniz yoksa bu da olmaz. Mesela, gölü öğretirken, gölle ilgili bir çalışma yaparken öğrenci bunu kendisi keşfeder Montessori’de. Öğretmen şunu demez, “Haydi çocuklar şimdi göle geldik, gölü anlatıyorum.” demez. Bu nedenle şimdiki her bir yaklaşımın Montessori ile bağdaştırılması çok zor. Ne yapılırsa yapılsın, ortam değiştirilmeden, materyaller olmadan da vermek mümkün değildir. Montessori’de toprak bir zemin vardır, o içine doğru göçürülür bir çukur oluşturulur, çocuk istediği renkte bir sıvıyı döker ve gölün öyle bir şey olabileceğini anlar. Ama bu şimdiki eğitim sisteminde mümkün değil. Şimdi biraz daha görsel hale getiriyorlar. Performans ödevi veriyorlar, proje ödevi veriyorlar. Biraz daha çocuğu onunla hemhal etmeye çalışıyorlar. Ama yine ana belirleyici öğretmendir, ana belirleyici müfredattır. Neyin ne zaman görüleceğini müfredat belirler, öğretmen belirler. Temel fark budur. O yüzden yapılandırmacı yaklaşım biraz daha öğrencinin hemhal olabilmesi, uğraşabilmesi, deneyimleyebilmesi, daha güzel öğrenebilmesi için zemin hazırlamıştır. Fakat Montessori eğitimine çok yaklaşmıştır diyemeyiz. Çünkü sınıf, materyal ve öğretmenin rolü ana belirleyicidir.

Bu sistem uygulandığında bu eğitimi verecek öğretmenler mevcut mudur? Eğitimci konusunda girişimler mevcut mudur?

Montessori’nin kendi açtığı okulunun adı Çocuk Evi’dir. Maria Montessori ilk defa İtalya’da açmıştır bu okulu, 1906 yılında. O zamandan sonra hızla yaygınlaşmıştır, Mussolini ve Hitler döneminde kesintiye uğrasa da daha sonra hızla yaygınlaşmıştır. Hatta 1930’lu yılların ortasında Amerika’da yüzlerce Montessori okulu mevcuttu. Ama Türkiye’de Montessori çok içimize sinmiş, kök bulmuş, kök salmış bir kavram değil. Ta Osmanlı döneminde Montessori’ye dair kitaplar var. Montessori’nin ana kitabının çevirileri var ama günümüzde Maria Montessori’nin kendi yazdığı kitabını Türkiye’de bulamazsınız. Çevirisi yoktur, bir kere yapılmıştır, o da kısa sürede tükenmiştir. Montessori’ye dair elimizde en fazla 2-3 kitap vardır. Dolayısıyla bizde Montessori alanındaki kaynak da yeterli değil. Bu durumdan şöyle bir bakınca bunu standardize eden, kontrol eden bir mekanizma da yoktur. Birisi ben Montessori eğitim açıyorum diyebilir ama Türkiye’de bunu akredite eden bir kurum da yoktur. Kişi kendi bilgisi ve deneyimince ‘Montessori okulu açtım’ diyebilir ama bu Uluslararası Montessori Derneği tarafından akredite edilmiş, onaylanmış, kabul edilmiş bir yapı değildir. Böyle bir mekanizma olmadığı için de öğretmenleri eğitimleri, kitapları, materyalleri sistemden sisteme, okuldan okula değişiklik gösterebilmektedir. Türkiye’de “Montessori öğretmeni olmak istiyorum.” dediğinizde bunu yapabileceğiniz, düzenli kursları olan, bunun sertifasyonunu yapan, o öğretmeni gözlemleyen, sertifika veren, eğitim veren çeşitli aralıklarla onun bu işe uygunluğunu denetleyen herhangi bir mekanizma şu aşamada yok. Ülkemizde şu aşamada öğretmen yetiştirme, denetim ve standardize etme konularında bir boşluk var. Bazı derneklerle yeni yeni doldurulmaya çalışılıyor.


Günümüzdeki uygulanan sistemde öğretmen otoriterdir. Montessori sisteminde öğretmen ne gibi özelliklere sahip olacaktır?

Montessori eğitim sisteminde öğretmen bir kere daha çok bilen değildir. Şimdi bizim klasik eğitim sistemimizde öğretmen çok iyi bilendir. Montessori eğitim sistemindeki öğretmen ne yapar? Montessori’de sınıflar genellikle 30 kişiliktir. Öğretmen ile birlikte çocuklar sınıfa girer. Çocuklar sınıfın herhangi bir köşesine gider, orada çeşitli materyaller ile oyun oynarlar. Öğretmen çocuğun neyle başlayacağını belirlemez. Daha çok yol gösteren, ortamı hazırlayan ve çocuğun tıkandığı yerlerde, işin başlangıcında malzemeyi seçmede ona rehberlik eden kişidir. Bir anda iki çocuk birden bir materyali kullanmak isteyebilir, bu konuda müdahale eden kişidir. Montessori eğitim sisteminde öğretmen daha çok gözlemcidir. Çocuğun gelişimini gözlemler, neyle uğraştığını gözlemler. Materyaller içerisinde hangi aşamada takıldığını gözlemler. Onu daha sonra aşıp aşmadığını gözlemler. İkisinin öğretmeni arasında çok büyük bir fark vardır. Dışardan baktığınızda bile bir sınıfı gözlemlerseniz pencereden öğretmenin ayakta durduğunu, bir şeyler anlattığını, tahtaya bir şeyler yazdığını, dikkati çekmeye çalıştığını görürsünüz. Montessori’de böyle bir şey görmezsiniz. Bir köşede oturan bir öğretmen görürsünüz. Bu öğretmen gözlem yapar. Notlarını alır, çocuklara rol model olur, yol gösterir, bunun dışında bir şey aktaran, bir şey veren, bir şey bilen bir öğretmen konumunda değildir. Kendisini çocukla eşit tutar. Onlardan bir şey öğrenmeye bakar.


Bu sistemle yetiştirilen öğrencilerin, diğer metotlarla eğitilenlerden farkları nelerdir?

Bu sistemle yetiştirilen çocuklara çocuk ruhuna yönelik bir eğitim yapıldığı için çocuklar rencide olmaz, ezilmez, çocuk ruhu incinmez. Anneler misafirliğe gittiğinde, çocuklarına yanımda otur, sakın kalkma der. İşte o zaman o çocuğun ruhunu bloke etmiş olur. Şimdiki eğitim sistemi de böyle. Çocuğun ruhunu çok inciten bir eğitim sistemi. Çünkü zorla çocuğu oturtturuyorsunuz, zorla bilgi vermeye çalışıyorsunuz. Öğrenci de ne işine yarayacağını bilmediği bilgileri öğrenmeye çalışıyor. Çocuğun merak duygusunu öldürüyor. Çocuğun ruhuna zıt bir eğitim sistemi. Küçücük bir mekana 40 kişi sığdırıyorsun, hareketlerini sınırlıyorsun, ona kendince bir şeyler öğretmeye çalışıyorsun. Çocuk ruhu burada çok zedelenir. Ödevler arasında çocuk boğulup, gider. Çocuk çocukluğunu yaşayamaz hale gelir. Bu sistemde çocuk sınava endekslenmiştir. Montessori eğitim sisteminde deneyimlemek esas olduğu için çocuk ruhu çok zedelenmez. O yüzden ruh sağlığı açısından daha sağlıklı çocukların bu sistemden çıktığını söyleyebiliriz. İkincisi, çocuk öğrenme merakını yitirmiş olur ki keşfetme, öğrenme, deneyimleme bu ona çok şey kazandırır bütün hayatta. Bizim klasik eğitim sistemimizde çocuklar ilkokuldan çıktıktan sonra okula gitmek istemez, bir şey öğrenmek istemez, zorla ikna etmeye çalışırsın. Öğrenme merakı orada bitmiştir artık.


Montessori eğitiminde ise çocuklar sınıfa giriyor, kendisine uygun materyali buluyor, keşfediyor, orada vakit geçiriyor, acıkınca bir şeyler yiyor. Bu çocuk öğrenmeye meraklıdır, deneyimlemeye meraklıdır. Böyle olduğu için de öğrenme merakı hep kişiyle birlikte kalır. Kendisinde öğrenme, keşfetme merakı ve hazzı olmayan olan bir kişi hayatta çok daha iyi yerlere gelebilir. Google’ın, Vikipedi’nin kurucuları, Washington Post’un sahibi gibi dünyada birçok önde gelen kurumda yaratıcı, üretici birimlerde çalışan kişilerin Montessori eğitiminden geçtiğini görürüz. Dolayısıyla çocuğa kattığı şey bu özgür düşünce ortamı, sağlıklı ruh hali, ezilmemiş çocuk, keşfetme merakını da kendi yanında götüren bir çocuk diyebiliriz ki bu da bir çocuk için çok büyük bir artıdır aslında.


Bu sistemden yöneticilerimiz haberdar değil mi?

Bu sistemden yöneticilerimiz mutlaka haberdardır. Milli Eğitim Bakanı olup da Montessori gibi çeşitli eğitim sistemlerini bilmemek mümkün değil. Dünyadaki bir tek eğitim sistemi bu değil ki. Tabi ki haberdarlar ama Montessori sisteminin handikaplarından bir tanesi de şu, ortamı kurabilmek çok pahalı. Mesela bir Montessori okulunda bir sınıf yaklaşık 10 bin dolara ancak düzenlenebilir. Çünkü sürekli materyal koymak gerekir. Bu metaryaller ilginç, ahşap ve doğal olması gerekir. Ülkemizde ya da dünyada birçok yerde sınıfta tebeşir, silgi ve tahta bile hala standart haline zor gelebilmişken tutup bir sürü materyali bulundurmak, bu sistemi kurmak bir kere çok maliyetlidir. Devlet için de maliyetlidir. İkincisi maliyetin dışında, bu sisteme geçildiği andan itibaren bizim okullarımızda binlerce öğrenci vardır. Bu sistemi uygulamak için sınıf sayısını azaltmak, fiziki şartların ve ekonomik şartların başta yerinde olması gerekir. Daha sonrasında bunlar yerinde olsa bile zihinsel bir dönüşüm, değişim yapılmalı. Bu köklü bir değişim olmalıdır mutlaka. Bu da arka planında bir cesaret gerektirir aslında. Cumhuriyetin kuruluşundan beri uygulana gelmiş, var olan eğitim sistemini tamamen bir tarafa bırakıp yeni bir eğitim sistemine geçmek biraz zor. Özellikle öğretmen eğitimi gerektiriyor. Devlet kendi başına bunu üstlenmek isterse bu iş biraz zor. Öğretmen eğiteceksin, sistemini değiştireceksin, öğretmenine güveneceksin, sürekli materyal bulunduracaksın, bu materyalleri yenileme imkânın olacak. Bu sistemi getirmek siyasi bir risktir. Çok eleştirileri olacaktır. Hazır olmayabilirsiniz, altyapıyı yapmamış olabilirsiniz ve tamamen sizi alt üst edebilir.


Buna daha rahat bir şekilde nasıl geçilebilir?

Devlet eğitim sisteminden elini çeker, bu işi vakıflara bırakır, isteyen istediği tarzda eğitim veren eğitim kurumunu açabilir hale gelirse o zaman geçebiliriz. Böylece devletin kendisi de rahatlar. Ama devlet bunu ben yapacağım dediğinde bu kadar büyük bir işi yapabilmesi gerçekten çok zordur. Eğitimin daha çok özelleşmesi, yerele bırakılması, merkezi yapıdan kurtulması, müfredatın bir kenara atılması, sınav merkezli bir sistemden vazgeçilmesi gibi temel paradigma değişimleri gerektirir. Paradigmalar da kolay kolay değişmez.


Ülkemizde bu sistemi uygulayan okullar mevcut mudur?

Ülkemizde bu sistemi uygulayan okullar tabi ki mevcut. Ancak çok yaygın değil. 1930’larda Amerika’da, İtalya’da, Almanya’da birçok okul mevcuttu. Ülkemizde 100 tane okul var mıdır? Şu anda 2013’e geldiğimizde “Evet” diyemeyiz. Daha doğrusu bu okulların listesini görebileceğiniz bir ana çatı yok. Bunları derleyen, hangi Montessori okulları varmış, bunlar sertifika edinmiş mi, gerçekten kafasına göre mi bir okul açmış? Ben de Montessori okulu açabilirim ama Maria Montessori’nin felsefesi ve öğretim sistemiyle ne kadar alakalı olmuş olabilir? Bu değişebilir. Montessori son zamanlarda yaygınlaşıyor ülkemizde. Özellikle başta büyük şehirlerde çok fazla yaygınlaşmaya başladı. Çünkü bu okulları kurabilmek maliyet istiyor. Metaryaller yurt dışından getiriliyor. Normal bir vatandaşın aylık 100 TL ödeyerek çocuğunu gönderebileceği okullar değil. Montessori okulları var, biraz daha üst kesime hizmet eden okullar şeklinde var. Bahçelievler Belediyesi bazı okullarını Montessori okullarına çeviriyor. Ama Türkiye’de Montessori’de markalaşmış bir kurum yok. Maliyetlerden kaynaklanıyor. Öğretmen eğitimin zorluğundan dolayı Türkiye’de Montessori ile ilgili okullarda, üniversitelerde ders verilmemesinden dolayı kişiler kendini yeteri kadar hazır da hissetmiyor. Bu nedenle tek tük girişimler var. Sadece o düzeyde şimdilik.


Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir?

Şunu demek isterim, bir anda biz Montessori eğitim sistemine geçemeyiz. Montessori eğitim sistemi güzel bir sistem ama bu ülkenin bir de realitesi var. Montessori eğitim sistemine geçemesek bile var olan realite için bu şartlar altında uygulayamayız. Ülkemiz için bir köşede, uzaktan bakıyor sadece bu sisteme. Halk için ulaşımı zor. Anadolu’da da çok yaygın değil. Yaygınlaşabilmesi için ilk olarak bir standardize çabasının olması lazım. Birisinin bu Montessori işini üstlenmesi ve gerçekten buna gönül vermesi, bunun telif haklarını alması, öğretmenlerin yetiştirilmesi ve okulları standardize etmesi gerekiyor.


Bu sisteme tam olarak geçemezsek bile eğitimde ne gibi değişlikler yapılıp, Montessori'ye daha uygun bir hale getirebiliriz?

Bunu MEB yapmıyor muhtemelen STK’lar yapacak. O yüzden bazı STK’lara daha çok iş düşüyor. Bu iş derneğini açan STK’lara daha çok iş düştüğünü düşünüyorum. Bizim ülkemizde gerekli olan şey var olan eğitim sistemindeki temel bazı ufak düzeltmeleri bile düzeltebilirsek daha iyi olur. Mesele çocuksa, çocuğa daha doğru davrandığınız, çocuğun daha merkeze alındığı, sınıf ortamlarının basit şeylerle düzenlendiği, sınıfların materyal olarak biraz daha zenginleştiği bir sisteme belki yavaş yavaş geçebiliriz. Ya da devlet bir anda şunu da diyebilir, ben eğitimin içinden çekiliyorum da diyebilir. Montessori’ye ulaşamıyoruz diye var olan sistemi devam ettirmek zorunda değiliz. Bu sistem içerisinde temel paradigma değişiklikleri yapabiliriz. Sınıfta oturma düzenini değiştirmeyi düşünebiliriz. Dersleri 40 dakika olmayabilir. Zil ile girip çıkan bir sistemi değiştirebiliriz. Not verme işlemini değiştirmeyi düşünebiliriz. Neden not verdiğimizi sorgulayabiliriz. Temel bazı paradigmaları değiştirerek çocuk ruhunu zedeleyen şeyleri ortadan kaldırabiliriz diye düşünüyorum. Montessori sistemlerden bir tanesidir, artılarıyla şu anda tartışılıyor. Bence gelecekte bu işin dezavantajlarını da konuşmak gerekir. Başka sistemlerle birlikte değerlendirip belki yeni bir eğitim sistemi keşfedebiliriz. Ama var olanı sorgulamamız gerektiği kesin. Bu eğitim sistemimiz çok yanlış. Sorgulayarak daha iyi bir eğitim sistemine ulaşabiliriz. Bu Montessori olur, başka bir şey

18 Aralık 2015 Cuma

Kadın ve Gençlik Platformu Derneği'nin nun düzenlediği geliri "Çocuk Gelinler" yararı için kullanılmak üzere 2015'e Veda Müzikli Çay Partisi etkinliği düzenlendi.

 Kadın ve Gençlik Platformu Derneği Başkanı Prof. Dr. Rüveyde Akbay kurulan derneklerin öncelikle toplum yararını gözetmeleri gerektiği hakkında konuştu. Akbay, kadın örgütleri ile el ele vererek, çocuk yaşta gelin edilmeyle ilgili hep beraber mücadele ettiklerini belirterek, şunları söyledi:


"Bir geleneği, bir alışkanlığı değiştirmek kolay bir olay değil. Ancak neresinden başlarsak yararlı olacağına inanıyoruz. Nasıl olsa bu böyle devam ediyor diyemeyiz. Biz kadınların toplumda daha iyi statüye gelmesi, ayakları üzerinde durması ve yavrularımızın çocuk yaşta evlenmemesi için çaba gösteriyoruz. Şiddete karşıyız. Elimizden geldiği kadar bu doğrultuda çalışacağız ve vizyonu aynı olan derneklerle işbirliği yapacağız.18 yaşını doldurmadan evlendirilmiş kız çocuklar ‘çocuk gelin’dir. Bu sorunu ‘çocuk evlilikleri’, ‘küçük yaşta evlendirmeler’, ‘erken evlilikler’, ‘zorunlu evlilikler’ gibi farklı kavramlarla görünür kılmak istiyoruz." Milli eğitim Bakanlığı yetkilileri ile görüşerek, gerekirse çocuk gelinlerin olduğu bölgeye giderek incelemede bulunabileceklerini de ifade eden Prof. Dr. Akbay, sözlerini şöyle tamamladı: "Çocuk gelinlerin sayısının ifade edildiğinden çok daha fazla olduğuna inanıyoruz. Biz gerekirse yerinde araştırma yapıp, geri dönüşümlerle bir şekilde yeniden gündeme getirmek ve farkındalar farkındalık yaratmaya çalışmak istiyoruz. Konunun üzerinde duruyor ve çok önem veriyoruz. Kadın derneklerinin bu soruna çözüm bulmak için çok çalışması lazım. Biz bu konuda varız diyoruz".

Dernek olarak yaptıkları araştırmaya göre, Türkiye’de her 3 gelinden birinin çocuk yaşta evlendiğini bildirdiler, "Sadece kadınlar değil nüfusun yüzde 28’i çocuk yaşta evleniyor. Araştırmada UNICEF raporlarına göre dünya genelinde de 25-49 yaşları arasında 400 milyon kadının, çocuk yaşta evlendirildiğini ortaya koyuyor" açıklamasını yaptılar.

10 Aralık 2015 Perşembe

Çocuklarda Oyun Terapisi1


İlk sohbetim Pedagog Mehmet Teber ile oldu. Teber bir oyun terapisti ve çocuklarla çalışıyor. Çeşitli konularda seminerler ya da haftalara yayılmış eğitimler de veriyor, radyo ve tv progamlarına sık sık katılıyor. Hatta bir seminerinin ya da bir radyo/tv program konukluğunun olmadığı gün az gibi.

Çalışmalarından haberdar olmak isteyenler Facebook ya da Twitter üzerinden kendisini takip edebilirler.

Benim ilgimi çeken oyun terapisi konusuyla ilgili sorular yönelttim kendisine. Bakalım nelerden söz etmişiz:


1. Oyun terapisi kavramını ilk defa sizden duydum. Kısaca çocukların nasıl ortaya çıkaracaklarını bilemedikleri duygularını aktarmasına ve yaşamasına yardımcı terapi olarak anlıyorum. Yanlışsam düzeltin :) Çocuk bildiğimiz şekilde oyun oynuyor. Yanında terapist oluyor ve oynayacağı malzemeler de seçilmiş oluyor. Mesela Soma'da yetim kalmış çocuklarla yaptığınız terapilerde madenci oyuncakları kullanmıştınız yanlış hatırlamıyorsam. Siz nasıl tanımlıyorsunuz oyun terapisini? Hangi çocuklar için gereklidir?


Oyun çocuğun dili oyuncaklar ise bu dilin kelimeleridir. Çocukların bilişsel ve dil gelişimi, iç dünyalarında olup bitenleri aktarmaları için yeterli değildir. İçgörüleri de azdır. Bu nedenle duygularını düşüncelerini oyun yolu ile ifade ederler.


Oyun terapisi oyun ve oyuncaklar yolu ile çocukların içsel problemlerini çözmeyi hedefler. Davranış sorunları ve psikolojik sorunları olan çocuklarda kullanılır oyun terapisi. Eğer bu sorunlar anne-babanın kişisel çabaları ile çözülemeyecek derecede büyükse o zaman bir oyun terapistine başvurulabilir.



2. Sitenizde gördüğüm bir eğitim duyurusundan anlıyorum ki sadece uzmanlar değil anne babaların da çocuklarla iyileştirici oyun oynamaları mümkün. O eğitime Başakşehir'de olmasa katılmayı istemiştim ama Anadolu yakasında oturan 3 çocuklu biri için zor. Böyle eğitimlere katılamayacak anne babalar için sorayım, çocukla oyun oynarken nelere dikkat etmeli, ya da nelerden kaçınmalı, belki çok uzun cevapkarı vardır ama genel hatlarıyla aydınlatabilir misiniz?


Anne-babalar da çocukları ile iyileştirici oyun oynamayı öğrenebilirler. Bu konuda eğitim almış uzmanlaşmış kişiler anne-babalara eğitim verebilirler. Anne babalar çocukları ile birlikte serbest ve yönlendirmesiz oyun oynarlarsa bu oyun da iyileştirici olabilir.


Serbest oyunda oyuncaklar yere dizilir ve çocuğun istediği şekilde hiç bir yönlendirme yapmadan oyun oynanır. Bu oyun da düzeltmeden yönlendirmeden kaçınılırsa çocuk duygularını tamamen oyuna yansıtır. Örneğin oyunda anneyi öldürürse buna karışılmaz. Oyunda hakaret ederse karışılmaz.

Çocuklarda Oyun Terapisi2

3. Soma'da yetim kalmış çocuklarla yaptığınız oyun terapisi notlarını okuduğumda, acaba ben de çocukların oyunlarından, duygularıyla ilgili sinyaller alabilir miyim diye gözlem yapmıştım. Kızımın sürekli bebeklerinin saçlarını ördüğü dikkatimi çekmişti. Bazen saçı 4'e ayırıp 4 ayrı örgü yapıyordu, bazen ikili bazen daha değişik farklı şeyler. Ben kızımın saçlarını taramaktan, örmekten hiç hoşlanmıyorum hatta nefret ediyorum diyebilirim. Zaman kaybı gibi görüyorum, arkadan toplayalım olsun bitsin gözüyle bakıyorum. Acaba bebeklerinin saçlarıyla oynaması bu yüzden olabilir mi? Kendisinde tatmin edemediği bir ihtiyacı, bebeklerin saçlarını örerek mi karşılıyor? Çocuklarımızın oyunlarından bu tür sonuçlar çıkarabilir miyiz?


Çocukların oyunlarından anlam çıkarmak uzun yıllar sonunda elde edilen bir beceridir. Bu nedenle çocuk oyunlarını hemen yorumlamamak gerekir. Yorum çocuğu tanımadan yapılamaz. Kızınız durumu için şu durumlar olabilir:


1. Kızınız örgülü bebekleri seviyor
2. Kızınız saç örmenin nasıl bir şey olduğunu deneyimliyor
3. Kızınız saç ördürme arzusunu yansıtıyor
4. Kızınız içindeki düğümleri saç örüp çözerek aşmaya çalışıyor olabilir.


Yani basitten komplekse doğru yorumlanabilir. Doğru yorum için çocuğu tanımak gerekir.


4. Oyun oynamak aslında yetişkinlere de iyi geliyor değil mi, hayatın çok fazla ciddiye aldığımız yanlarından biraz sıyrılıp bazı şeylerle ve hatta kendimizle dalga geçer gibi bir his oluyor, özgürleşiyor insan. Çocuklarla oyun oynadığım zaman özellikle de haraketli oyunlarsa, dünyamın değiştiğini rahatladığımı çok fazla hissediyorum. Diğer yandan çocukla oynamayı işkence gibi gören ebeveynler de var. Tıpkı benim saç örmeyi gördüğüm gibi. Zoraki oynayıp gülümsemeye çalışıyor, "illa oynamayı sevmek zorunda mıyım" diye de dert yanıyorlar. Bir baskı gibi geliyor onlara. Bu durum çocukları ya da kendileri için bir eksiklik midir, ne dersiniz? Nasıl bir denge kurmalı?



Küçüklüğünde yetişkinle oyun oynamamış, yetişkin-çocuk oyununu deneyimlememiş kişiler çocuklarla oynamakta zorlanabilirler. Çocukla güçlü bağ kurmanın ana yolu oyundur. Nasılki biz konuşmadığımız kişilerle ilişki geliştiremeyiz çocuklar da oyun oynamadığı kişilerle güçlü bağ kuramazlar. Bu nedenle bir şekilde çocuklarla oynamanın yolunu bulmalı ebeveynler.


5.Oyunların en önemli öğesi oyuncaklar tabi. Zamanımızda evde bir sürü benzeri varken, diyelim bir çok kumandalı araba varken, bir tane daha almak istiyor çocuklar. Bir kaç saat oynayıp sonra ellerine bile almıyorlar. Blogumda son yazılardan birinde biraz boşuna alındığını düşündüğüm bu oyuncaklara para dökmeye karşı olduğumu yazmıştım. Çoğu anne baba aynı durumdan şikayetçi. Sizce çocuklardaki bu durumun sebebi nedir? Değişmesi gerekir mi, neler yapılabilir?


Pilli oyuncakları olabildiğince tercih etmemek gerekir. Bir oyuncaktan bir sürü almak yerine değişik oyuncaklar almak güzel olur. 10 tane bebek olacağına ambülans, polis arabası, timsah, tavşan gibi oyuncak çeşitliliği yapmak gerekir. Çok fazla oyuncak oyuncağın terapötik(tedavi edici) etkisini azaltır.

Röportajından dolayı ünlü pedagog Mehmet Teber'e ve annenotlari.com'a teşekkürler.

1 Aralık 2015 Salı

” Aras’ın 2 yaşına girmesiyle 2 yaş sendromu hakkında kafamda bir sürü soru işareti belirmeye başladı. Her ne kadar araştırıp okusam da, işi uzmanına sormakta fayda var diye düşünerek Pedagog ve Pedagoji Derneği Başkanı sevgili Mehmet Teber’e 6 soruda 2 yaş sendromunu sordum. Cevaplar için kendisine teşekkür ederim…


2 Yaş Sendromu Nedir?2 yaşında çocuklar önemli bir gelişim dönemine girer. Bu dönemde anneden ayrışıp kendi kimliğini ve kişiliğini oluşturmaya başlar. Artık bu yaşla birlikte çocuk beslenmede, hareket etmede ve konuşmada anneden bağımsızlaşır. Daha önce yürümek, konuşmak, beslenmek için anneye sıkı sıkıya bağlı olan çocuk bu yaşla birlikte “Ben kendim yapabilirim sana ihtiyacım yok” demeye başlar. Bunun dedikçe de bir birey olarak var olur. Birey olma sürecini tamamlamak için her şeye “Hayır” der, inat eder. Hayır dedikçe kendi benliği gelişir, kendisinin ayrı bir birey olduğunu fark eder. Bu dönem yanlış olarak sendrom olarak nitelendirilir. Bir sendrom değil, bir gelişim aşamasıdır.


2 Yaş Sendromu Neden Olur?Doğal gelişimin sonucu olarak çocuğun birey olması, kendisinin anneden ayrı bir birey olduğunun farkına varması için gerekli bir dönemdir. Yani bir sorun değildir. Sadece ebeveynleri zorlayan bir dönemdir.



2 Yaş Sendromu Boyunca Ailelerin Yaptığı Yanlışlar Nelerdir?Çocuk bağımsızlaşmak ister. Kendi bireyliğini ilk olarak fark eder. Anne bu dönemde çocuğuna hala yemek yedirip, giydirirse çocuğu anneye bağımlı ve çekingen bir çocuk olur. Bu dönemde çocuğun bağımsızlık çabası teşvik edilmelidir. Yemeğini kendi yemeli, kendi yatağında uyumalı ve birçok işi kendi başına yapmasına fırsat verilmelidir. Aile bu dönemde çocuğun kısmi kopuşuna izin vermezse, bağımsız, pısırık ve içine kapanık bir çocuk yetişebilir.



2 Yaşındaki Çocuğa Nasıl Davranmak Gerekir?Kendi yapmak istediği işleri gerekli güvenlik önlemlerini alarak kendisinin yapmasına fırsat vermek gerekir. Onunla inatlaşmamak, inatlaşma durumunda dikkatini dağıtmak gerekebilir. “Hayır” dediğimiz bir işi inadına yaparsa, ona ve eşyaya zarar vermediği sürece tolere etmek gerekir. Bu dönemdeki çocukla birlikte gereksiz inatlaşmalar çocukta kalıcı bir inada sebep olabilir.

2 Yaş Sendromu Ne Kadar Sürer?4-5 yaşla birlikte çocuk bu dönemden çıkar.

Anne ve Babalara Tavsiyeleriniz Nelerdir?Bu dönemi sorunlu bir dönem değil bir gelişim dönemi olarak görmelerini beklerim. Çocuğun bağımsızlık çabasını anlamak, onun birey olmasına fırsat tanımak güzel olabilir. Ancak bu dönemde tamamen de kontrolü çocuğun eline vermek yanlış olur.

Pedagoji Derneği Başkanı Mehmet Teber

25 Kasım 2015 Çarşamba

yetim-cocuk

Yetimlik zor bir süreçtir. Bu süreçte ilk yapılacak olan baba yerine geçebilecek biriyle yetimin hayatını ayakta tutmak, sonrasında ise anneyi psikolojik olarak desteklemektir. Yetime üstünlük duygusunu yaşatmak, doğru sınırlar koymak, acıma duygusundan uzak şekilde onlarla ilişki kurmak yetime yapılacak en büyük iyiliklerdendir. Ergenlik döneminde sunacağımız doğru rol modellerle bir yetim hayatına daha doğru yol çizebilecektir.


Anne ve babanın ruh dünyamızda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu anlatmaya kelimelerimiz yetmez. İnsanı kendi kişiliği, annesi ve babası ile birlikte üç ayaklı bir sehpaya benzetebiliriz. Üç ayaklı bir sehpanın bir ayağı eksik olduğunda ayakta duramaz. Aynı şekilde bizler, anne-babamız yanımızda olmadığında çok zorlanırız. Anne-babanın yokluğu çocukluk döneminde gerçekleştiyse hayat bizler için daha çetrefilli hale gelir.



Bir çocuk için anne-babanın yanında olmaması demek, hayata güçlüklerle başlamak demektir. Bazen hayatın bir cilvesi, ya da bir imtihanı vesilesi olarak bu ayaklardan biri hayatımızdan çıkıverir. Bir çocuk baba ayağından yoksun olduğunda yetim, anneden yoksun olduğunda ise öksüz adını alır.


Bir ayağı eksik olan sehpanın ayakta kalmasının bir kaç yolu vardır: İlki olmayan ayağın yerine geçecek başka bir ayak bulmaktır. Olmayan ayağın yerine geçen ayak, gerçek ayak gibi olmayabilir ama sonuçta sehpanın ayakta kalmasına büyük hizmet eder. Bu nedenle bir çocuğun dünyasında bir hayat eksik olduğunda telafi mekanizmalarını harekete geçirmek çok önemlidir. Bir çocuk yetim kaldığında dayı, amca, dede gibi büyükler devreye girebilir ve çocuğun ayakta durmasına yardımcı olurlar. Bazen bu ayak bir öğretmen, bazen de hayırsever biri olabilir. Her kim olursa olsun, baba yerine geçen bir ayak bazen bir baba kadar çocuğa güç katabilir.


Anne, hem anne hem baba olamaz

Bazen sehpanın olmayan ayağının yerine koyacak bir başka ayak bulunmaz. Bu durumda ayakta kalmanın yolu, diğer ayağın aşırı derecede yüklenip sehpayı ayakta tutmasıdır. Bu genelde anne olur. Anne aşırı yüklenme ile sehpayı ayakta tutar. Hem annelik hem de babalık yapar. Böyle durumlarda topluma düşen görev annenin yanında olmak, anneyi desteklemektir.
Telafi ayağın olmadığı durumlarda anne hem annelik hem de babalık yaptığı için çocuğuna yeterli anneliği veremeyebilir. Ayakta kalmak isteyen anne güçlü kalmak için katı, erkeksi ve acımasız bir görünüme bürünebilir. Bu da çocuğun yeterli şefkati alamaması anlamına gelebilir. Ya da bazı anneler, babasız kalan çocuklarına acırlar ve ona sınır koyamazlar, “Hayır!” ya da “Dur!” diyemezler. Bu durumda çocuk aklına eseni yapan, sınırlarla ve kurallarla sorunu olan bir çocuğa dönüşebilir. Yetim çocuğa acıyıp onun her dediğini yapmak, onu sürekli hediyelere boğmak çocuğu anlık mutlu etse de uzun vadede ona zarar verir.


Bazen olmayan ayağı telafi edecek bir ayak olmadığı gibi, güçlü bir diğer ayak da bulunmaz. Bu durumda ayakta kalmanın tek yolu çocuk ayağının çok güçlü olmasıdır. Bu durumda çocuk, ayakta kalabilmek için güçlü, katı ve acımasız olması gerektiğine inanır. Artık diğer insanlara güvenmez, çünkü onlar gelip sehpayı ayakta tutmamışlardır. Bazı çocuklar bu süreci kendini güçlendirerek aşarken bazı çocuklar ise hiç mücadele etmezler ve bu sehpanın altında kalırlar.
Bizim kültürümüz yetime ve yetimliği çok önem vermiş ve sehpanın ayakta kalmasını ilk yolla, ilki olmasa ikinci yolla hep sağlamıştır. Bu nedenle yetimler hep koruma ve himaye görmüş, koruyup kollanmıştır. Ancak günümüzde yetimler konusundaki duyarlılığımız azalmış ve mağdur olan yetimlerin sayısı artmıştır. Kültürel değerlerin ve akrabalık bağlarının zayıflaması yetim çocukları daha da zor durumlara sürüklemiştir. Yetimler konusunda yeni bir uyanışa ihtiyaç olduğu kesindir.

yetimcocuk


Yetim çocuğun duyguları

Olmayan baba yerine telafi olmaması, annenin bu boşluğu kapatması ve çocuğun anne olmadan tek başına ayakta kalma çabasından bahsettik. Her bir durum, yetimin psikolojine farklı izler bırakır. Bunun dışında yukarıdaki üç durumdan hangisinde olursa olsun yetim çocuk temel bazı duygular yaşar.


—Eksiklik duygusu: Bir yetimin en çok yaşadığı duygu eksiklik duygusudur. Nasıl ki, bazı bedensel engelliler çeşitli beden uzuvlarından yoksundur, yetim de babadan yana yoksun ve eksiktir. Yetimin hissettiği bu eksiklik duygusu bir başka çocuğu babası ile birlikte gördüğünde derinleşir. Babasıyla oynayan, okul çıkışında babasının elinden tutan, babasıyla parkta gezen çocukları gördüğünde özlemle karışık eksiklik hisseder. Babasıyla birlikte gördüğü her çocuk yetimin bu yarasını deşer. Babası olmasa da babasıyla geçireceği günlerin hayalini kurar. Bu çocukların bu eksiklikleri baba yerine geçebilecek kişilerle kısmen giderilebilir. Örneğin dede ya da dayı çocuğu arkadaşlarının yanında okuldan alabilir, arkadaşlarının fark edeceği şekilde onu parka götürebilir.


—Kendini aşağıda görme: Bir yetimin yaşayabileceği diğer olumsuz duygu kendini daha aşağıda görmektir. Bir yetim, babası olan çocukları kendinden üstün görebilir, kendisini ise aşağı... Bu nedenle yetimin kendini diğer çocuklardan üstün görmesine ihtiyacı vardır. Bu illaki baba alanında olmak zorunda değildir. Bir yetimin babası olmayabilir ama arkadaşlarında olmayan bir ayakkabıya sahip olabilir. Babası olmayabilir ama onunla oldukça eğlenceli vakit geçiren diğer çocukların babasının bilmediği oyunlar bilen amcası olabilir. Bu üstünlük okul başarısı ya da bir yetenek alanında da olabilir. Unutulmamalıdır ki her yetim diğer kendini diğer çocuklardan üstün hissettiği alanlara ihtiyaç duyar. Bir yetim içsel olarak “Ben şu konularda sizden üstünüm” dedikçe kendine olan güveni de artmış olur.



—Acıyan bakışlardan rahatsızlık: Bir insanı en rahatsız eden duyguların başında başkalarının kendisine acıması gelir. Acınacak durumda olmak bizi üzer. Acıyan gözlerle bize baktıklarında aşırı huzursuz oluruz. Yetim çocuk büyüdükçe acıyan gözlerle kendisine bakılmasından rahatsız olur. Hayatta “yetim” kimliğiyle değil “çocuk” kimliğiyle var olmak ister. Yetime yapılacak en büyük iyilik acıyan bakışlardan onu olabildiğince uzak tutmaktır.


— Suçluluk ve utanç duygusu: Yetimin diğer yaşadığı duygu utançtır. Bir yetim özellikle çocukluk döneminde babası olmadığı için suçluluk ve utanç duyar. Her sene başında tanışma gününde babasının adı ve işi sorulacağı için kaygı duyup utanabilir. “Benim babam yok, öldü” demek ve bunu her tanışmada tekrarlamak yetimi yaralar. Sıra arkadaşına babasının olmadığını söylemekte zorlanabilir. Bu gerçeklikle yüzleşemeyen bazı çocuklar babaları varmış gibi gerçek olmayan öyküler anlatabilir. Bu çocuklar için “Babalar Günü” bir kâbusa dönüşebilir. Bugünde babasız olduğu için duyduğu utanç artabilir.
— Hayata karşı güvensizlik: Yetim çocuklar hayata karşı güvensiz de olabilir. Çünkü hayat, onların en önemli parçasını elinden almıştır. Bu nedenle bu çocuklar güven temelli ilişki kurmakta zorlanırlar. İlişki kurduğu bu kişilerin de bir gün kendilerini terk edecekleri kaygısını yaşarlar. Özellikle henüz küçük yaşlarda babanın gidişi annenin de gideceği kaygısını oluşturur ve annesini hiç bırakmak istemeyebilir. Bu nedenle yetim kendini babasız bırakan hayata karşı içsel bir güvensizlik besleyebilir.


—Öfke duygusu: Yetim çocuk ergenliğe doğru ilerledikçe öfke duyguları kabarmaya başlar. Çocukluk döneminde kendine yöneltilen suçluluk ve utanç duygusu, yerini başkalarına yöneltilen öfke duygusuna bırakır. Hayat onun babasını elinden almış ya da babası onu bırakıp gitmiştir. Babasına, babasıyla evlendiği için annesine, babasızlığı ona sunduğu için hayata, kadere ve Allah’a karşı öfke duyabilir. Bu derin öfke yüzeyde herkese yansır. Bu dönem, yetim gencin en çok desteğe ihtiyaç duyduğu dönemdir. Onu anlayacak, dinleyecek kişilerin olmaması ergeni boşluğa sürükleyebilir ve bu durum çeşitli sapkın inançların ve bağımlılıkların kapısını arayabilir.


—Sorumluluktan kaçma: Bazı yetimler kendini babasızlığın ardına saklar ve hayattaki tüm başarısızlıkları babasızlığa yükler. “Babam olsaydı başarılı olurdum, babam olsaydı ben bu kadar kötü olmazdım” diye düşünürler. Kendilerini tüm sorumluluklardan azade eder ve kendilerini değiştirmeye yanaşmazlar. Bu yetimlere de danışmanlık desteği sunulup onların bu çukurdan çıkarılması çok önemlidir.


—Otorite figürünün olmayışı: Baba, yetime sınır koyan kişidir, evde otorite figürüdür. Baba gittiğinde eğer kimse çocuğa yeteri sınır koymadıysa, çocuk hayatında bir otorite figürü görmediyse sınırlar konusunda sorun yaşayabilir. Anne de zaten babası olmadığı için çocuğuna aşırı şefkat gösterip sınır koymazsa çocuk ergenlik dönemine geldiğinde otorite, kurallar ile sorunlar yaşayabilir. Bu durum çeşitli suç girişimlerinin de kapısını arayabilir.


—Rol model ihtiyacı: Ergenlik dönemi ile yetim eğer erkekse, bir rol model ihtiyacı duyar. Bu ihtiyaç baba yerine geçen birisi tarafından karşılanmıyorsa yetim kendisine rastgele bir rol model seçebilir. Bu da bir felaketin bir başlangıcı olabilir. Bu nedenle özellikle ergenlik dönemlerinde erkek yetimlerin doğru rol model olabilecek kendisinden yaşça büyük rol modellerle karşılaşmaya, onlar tarafından değer görmeye ihtiyacı vardır.


Özetleyecek olursak, yetimlik zor bir süreçtir. Bu süreçte ilk yapılacak olan baba yerine geçebilecek biriyle yetimin hayatını ayakta tutmak, sonrasında ise anneyi psikolojik olarak desteklemektir. Yetime üstünlük duygusunu yaşatmak, doğru sınırlar koymak, acıma duygusundan uzak şekilde onlarla ilişki kurmak yetime yapılacak en büyük iyiliklerdendir. Ergenlik döneminde sunacağımız doğru rol modellerle bir yetim hayatına daha doğru yol çizebilecektir.

Pedagog Mehmet Teber

21 Kasım 2015 Cumartesi

Bebek, güzel yabancı bir şarkı çaldığı zaman oynamaya başlıyor. Daha sonra bebek ritim kısmı bitince duraksıyor ve ritim devam ettiği sırada dansına kaldığı yerden devam ediyor.

Güne bir sıfır önde başlamak için bu sevimli bebeğin dansını izlemenizi tavsiye ediyorum... Maşallah çok da güzel oynuyor, acaba ileride bir dans başarısı olabilir mi? Bir ışık sezdim bu bebekten :)


Ev ödevi, anne babaların en önemli çıkmazlarından biri... Konunun uzmanı Pedagog Mehmet Teber, Bilgibebek’e önemli açıklamalar yaptı.

Pedagog Teber “ödev kimin sorumluluğu” sorusuna net yanıtlar verirken, anne-babaların yaşadığı açmazlara dikkat çekti. Teber: “Çocuğuna sorumluluk eğitimi vermeyen ebeveynlerin çocukları ödev yapmakta zorlanır, ama bir öğretmen bir çocuğun yaşının üstünde ödev veriyorsa çocuk sorumluluğunu bilse bile bu ödevleri uzun, sıkıcı ya da oyun vaktini elinden aldığı için yapmayabilir”.



Çocuğunuza Baskı Yapmayın 

Anne babaların, ödev yapamayan çocuklarını tembellikle nitelendirmemesi gerektiğinin altını çizen Pedagog Teber, psikolojik sorunlara dikkat çekti: “Psikolojik sorunları olan, depresyonu, kaygısı, takıntısı, DEHB’si olan çocuklar da ödev yapmakta zorlanırlar. Çocuğun zekası geriden geliyorsa, öğrenme güçlüğü varsa bu da ödevin önünde engel olabilir.

” Psikolojik Faktör “

Çocuk ödev yapmıyorsa bu direk sorumluluğa bağlanmaz. Psikolojik faktörler elendikten, çocuğun eğitim geçmişi incelendikten ve öğretmenin tutumu göz önüne alındıktan sonra tüm bu üç alanda sorun yoksa ve çocuk hala ödev yapmıyorsa işte o zaman sorumluluktan bahsedebiliriz” “Bu çocuk ödev yapmıyor” çıkarımından önce, ebeveynler kendi içlerinde Pedagog Mehmet Bey ‘in söylediği noktaları değerlendirdikten sonra kendi çözümünü bulacaktır diye düşünüyorum.

Mehmet Teber
Giyim firmaları daha fazla kar için dünyayı saran moda hastalığını küçücük çocuklara da bulaştırdı. Firmalar büyüklerde olduğu gibi 'çocuk modası' adı altında kampanyalar düzenliyor. Söz konusu kampanyalarda ise çocuklara, yetişkinlerde yapıldığı gibi kombinler oluşturulup, yaşlarının çok üzerinde tarzlarda kıyafetler giydiriliyor.

 Çocuklara Büyük Kötülük 

Çocuk modası tuzağını Vahdet'e değerlendiren Pedagoji Derneği Başkanı Mehmet Teber, tüm giyim markalarının çocukların dünyasına yetişkin kıyafetlerini sokmanın peşinde olduklarını belirtti. Çocuklara büyük bir kötülük yapıldığını söyleyen Teber, çocukların çocuksu kalması gerektiğini vurguladı.

Hızla Büyütülüyorlar 

Çocuk kıyafetlerini yetişkinlerin kıyafetleri gibi uyarlamanın çocukları hızla büyüttüğünü söyleyen Teber, "Çocuklar geri getirilmesi mümkün olmayan bir hazinedir. Kıyafetler yetişkinleştikçe çocuklar da psikolojik olarak büyür. Kendilerini yetişkin gibi görebilirler. Kombin yapmak, uyumlu giyinmek kavramları onların ruhuna siner. Halbuki bir çocuk bunları düşünmemeli" ifadelerini kullandı.

Her Şey Çocukçu Olmalı 

Çocukların yaşlarına uygun şekilde giydirilmesi gerektiğinin altını çizen Teber, "Çocukların dünyasındaki kavramlar çocuksu olmalı. Çocuk dünyasına büyüklerin kavramlarını soktuğumuzda onların çocukluklarını elinden almış oluruz. Bu da çocuklara yapılan bir kötülüktür" diyerek aileleri uyardı.

Pedagoji Derneği Başkanı Mehmet Teber

19 Kasım 2015 Perşembe


Yapılan araştırmalarda inek sütü ile beslenen bebeklerin obezite hastalığına yakalanma riskinin daha yüksek olduğu sonuçlarına varıldı. Günlük olarak 600 ml inek sütü verilen bebekler, anne sütü ile beslenen bebeklere göre daha hızlı kilo aldıkları ve obeziteye davetiye çıkardıkları gözlendi.





Bebeklere verilen sütün çeşidi ve süt miktarı bebeğin kilo artış oranını büyük derecede etkilediği söyleniyor. 1000 çocuğun incelendiği araştırmada bebeklik çağının son zamanlarında verildiği inek sütü, çocuk çağında hızlı kilo alımına ve obeziteye neden olduğuna saptandı. Uzmanlar tekrar tekrar uyarıyor!

" Bebeklere 1 Yaşından Önce İnek Sütü Verilmemeli!"

18 Kasım 2015 Çarşamba

İZMİR'DE SAAT KULESİ PREMATÜRE BEBEKLER İÇİN MOR RENGE BÜRÜNDÜ

Dünya Prematüre Günü kapsamında saat 19.00'da Konak Saat Kulesi önünde toplanan prematüre aileleri, prematüreliğe dikkat çekmek ve prematürelik hakkındaki farkındalığı artırmak amacıyla toplandılar. Dünyadaki önemli sembol yapılarda olduğu gibi Dünya Prematüre Günü'nde İzmir'in simge yapılarından Saat Kulesi'de prematüre bebekleri temsil eden mor renge büründü.



Grup adına açıklama yapan Doç. Dr. Özge Altun Köroğlu, "Bugün 17 Kasım Dünya Prematüre Günü ve 2009 yılından bu yana kutlanmakta. Prematüreliğe dikkat çekmek için düzenlenen bu etkinliklerin en bilineni dünyanın önemli yapıları mor renkle ışıklandırılması. Bizde bir ilk olarak bu sene Saat Kulesi İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla mor renkle ışıklandırıldı. İzmir'deki değişik hastanelerdeki doktorlarımız ve prematüre aileler bir araya geldik dedi. Etkinlik prematüre aileler ile doktorların toplu fotoğraf çektirmesinin ardından sona erdi.






Altıncı hastalık diye tabir edilen çocuk hastalığı çoğunlukla 6 ay ile 3 yaş aralığındaki çocuklarda rastlanan , 3-4 gün Yüksek ateşle devam eden ve ateşin hemen arkasından pembe pembe küçük döküntü lekeleri ortaya çıkaran , virüslerin neden olduğu bir hastalık türüdür. Herpes virüs tip 6 diye adlandırlılan bir virüs çeşididir. Çocukluk yaşlarında yüksek ateşle devam eden ve özellikle de gereksiz yere yüksek doz antibiyotik alınmasına sebebiyet veren bir hastalıktır.Hastalık esnasında ateşin oldukça yüksek seyretmesi ve hiçbir hastalık belirtisi göstermeden 3-4 gün kadar çıkıp çıkıp inmesi aileleri endişeye sokuyor ve panik yapmalarına neden oluyor. Doktorlar tarafından incelendiğinde ateşin olduğu dönemde hiçbir muayene belirtisi olmamasından dolayı ve sebebi belli olmayan bir ateş oluşturması dolayısıyla doktorları da çok tedirgin eder ve çoğu doktor 3-4 gün sonra döküntüleri incelediğinde ateşin düşmesi ile aile ile birlikte derin nefes alır ve rahatlar. 6.Hastalık yabancı dilde Roseola, Roseola infantum, 3-Day-Fever (3 Günlük Ateş), baby measles ve rose rash olarak da bilinir. Hatta bizdeki gibi “sixth disease” de denilir.




Çocuklarda hangi yaş aralığında görülür? Çevrenin de etkisi var mıdır.? 

Altıncı hastalık çocukluk çağında en çok 6 ay ile 3 yaş aralığındaki çocuklarda görülür,Görülme sıklığı incelendiğinde genellikle ilkbahar ve sonbaharda daha sıklıkla görüldüğü doktorlar tarafından tespit edilmiştir.Hastalık tabii ki farklı mevsimlerde de görülebiliyor. Fakat bebek ve çocukların yakalandığı bir hastalık türüdür. Çocuk, 6. Hastalığı atlattıktan sonra ömür boyu bağışıklık kazanır ve bir daha geçirmaz...


6.Hastalık'ın bir aşısı yok mudur?
Altıncı hastalık için şuanlık tedavi için bir aşısı yoktur.

6.Hastalık'ın ne gibi belirtileri vardır?

Altıncı hastalıkta çocukların vücüdunda döküntüler meydana gelene kadar en önemli belirtken Yüksek ateştir. Bunun yanı sıra hussuzluk da olabilir. Bunlardan başka hastalığa dair bir belirti olmaz. Çocuğun ateşi 39 -39.5 dereceye kadar çıktıysa, eller ve ayaklar hafiften morarmış ve titrer şekilde ise hemen bir acil servise müracat edilmelidir.

- Bu hastalık bebek ve çocuklar için çok önem arz ediyor.!

15 Kasım 2015 Pazar

Acıbadem Kayseri Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Çağlar, 'Kolik' terimiyle ilgili bilgileri sunarken bazı tavsiyelerde bulundu. Çağlar, kolik yada bir başka adıyla 'İnfantil kolik'in normal bir bebekte günde 3 saat , haftada ise minimum 3 gün ve yaklaşık 3-6 hafta devam eden sebebi belirlenemeyen ve aileyi zor duruma sokacak düzeydeki periyodik ağlama krizleri olduğunu belirtti. Dr. Murat Çağlar, şu şekilde açıkladı :

"Kolik bebek, genellikle akşam vakitleri  huzursuzlanmaya, akşamın ilk saatlerinde ise bu rahatsızlık akabinde ağlamaya geçiyor. Gece yarısına dek süren bu üzücü durum, bebeğin geç saatlerde uykuya dalmasıyla bitiyor. Genellikle yüzde kızarıklık, ayaklarını karnına çekerek çığlık atarcasına ağlamaya başlıyor ve ara ara gelip giden tarzda 2-3 saat bu durum devam edebiliyor. Bebeğin gazını almakla bu rahatsızlık azalabiliyor. Kolik çoğunlukla bebeğin ikinci üçüncü haftasında başlıyor, 6. haftada daha da artıyor ve 3-4. ayda kendi kendine kayboluyor.
kolik-bebek

 Koliklik nedeni kesin olarak bilinmemesine rağmen sindirim sistemi, psikososyal sebepler venörogelişimsel sebepler buna neden olabileceği söyleniyor.'' Gaz sancısının anne sütü veya mama ile beslenen bebeklerde rastlanıldığını, bebeklerin meme emerken gaz yutmasının en önemli sebebi yanlış beslenme olduğunu ve annelerin bebeklerini emzirirken daha dikkatli olması gerekiyor." dedi.

6 Kasım 2015 Cuma

Bebekler için oyuncak seçme işi anne babalara düşüyor. Minikler, hem gerçek dünyayı hem de kendi yetenek ve becerilerini önce oyuncaklarla keşfetmeye başlar. Doğal olarak oyuncakların onların gelişiminde rolü çok önemlidir. Oyuncak alırken aradığımız özellikler aslında çok net. Eğitici, eğlendirici ve onlar için tamamıyla güvenli olmaları en önemli özellikler.
Bebekler için oyuncak alırken en önemli kriter, güvenilir markaların oyuncaklarını almak olmalıdır. Sık sık ağzına götüreceği, birlikte uyuyup yemeklerini hatta banyosunu paylaşmak isteyeceği oyuncaklarının ona zararlı olabilecek bir materyal, boya ya da aksesuar içermediğinden emin olmanın tek yolu tercihlerinizi güvenilir markalardan yana yapmak. Bir diğer dikkat edilmesi gereken konu da seçtiğiniz oyuncakların onların gelişimine de katkıda bulunması. Yapacağınız doğru oyuncak seçimlerinizle her gün hayat ve kendisiyle ilgili yeni şeyler öğrenen bebeğinize büyüme macerasında yardımcı olabilirsiniz.
Tüm bu özellikleri bir arada bulabileceğiniz Todizoo oyuncaklarını inceleyerek, bebeğinizin yaş ve ihtiyaçlarına en uygun olanları tercih edebilirsiniz.
TODİZOO MÜZİKLİ ÇINGIRAKLAR: Bu sevimli arı ve kelebek çok marifetli. Minik parmakların kolayca basabildiği düğmesi eğlenceli melodiler çalıyor. Ses efektli kanatları ve boncukları ile hem bir çıngırak hem de dişlik olan kanatları tam kaşınan dişlere göre. Üçüncü aydan itibaren tüm bebekler için tercih edilebilir.
TODİZOO EMEKLEME BÖCEĞİ VE TOSBAĞA: Emekleme nasıl da heyecan verici bir dönem değil mi? Şimdi emekleme çalışmalarına yardımcı olacak iki sevimli arkadaş var. Todizoo’dan Emekleme Böceği ve Tosbağa üstüne basınca ilerliyor, bebeğiniz de onları hevesle takip ediyor. 12 ay ve üzeri bebekler için tam bir emekleme yardımcısıdır.
TODİZOO ARKADAŞIM SERİSİ: Todizoo’nun bu şirin oyuncakları basıldığında ışıklı düğmeleri ile melodiler çalıyor, “ABC” ve “123” ve birbirinden sevimli kısa cümleler söylüyor. Minikler bu arkadaşları onları çok eğlendirdiği için seviyor, biz de onların el-göz koordinasyonlarını güçlendirip sebep-sonuç ilişkisini öğrenmelerine yardımcı oldukları için seviyoruz. Üçüncü aydan itibaren tüm bebekler içindir.


Bir boomads advertorial içeriğidir.

14 Ekim 2015 Çarşamba

Eskikent Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Neonatoloji (Yenidoğan) Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Neslihan Tekin, dünyada anne sütü ile beslenmenin yılda 1 milyon 301 bin ölümü önlediğini açıkladı. Prof. Dr. Neslihan Tekin 1-7 Ekim Dünya Emzirme Haftası bundan dolayı yaptığı açıklamada, anne sütünün yeni doğan bebekler için önemine dikkat çekti. Tekin, süt emzirmenin anne ve bebeğine birden fazla fayda sağladığını açıkladı. Gelişmiş ve gelişmekte olan çoğu ülkede yapılan birden fazla araştırmanın, anne sütüyle beslenmenin önemine işaret ettiğini, en az 6 ay süreyle anne sütü alan bebeklerin mama ile beslenenlerle karşılaştırıldığında daha az sıklıkta ani bebek ölümü sendromu mağduru olduğunun göründüğünü ifade eden Prof. Dr. Tekin, açıklamasını şu şekilde sürdürdü;

anne sütü


“Kanada McGill Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma da en az ilk 3 ay yalnızca anne sütü alan çocukların 6 yaşına geldiklerinde IQ skorlarının diğer çocuklardan daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Emzirmenin psikolojik faydaları da vardır. Doğumdan itibaren bebeğin emzirilmesi anne ve bebek arasındaki sevgi bağını geliştirir, annenin duygusal açıdan tatminini sağlar. Anne bebeğine daha sevgi dolu davranır. Bebeği terk etme ya da hırpalama olasılığı daha düşüktür. Emzirme bebeğin ruhsal açıdan sağlıklı gelişime katkıda bulunur. Bebek daha az ağlar. Neden anne sütü? Dünyada her yıl 10 milyondan fazla 0-5 yaş arası çocuk önlenebilir nedenlere bağlı olarak ölmektedir. Ölen çocukların aşağı yukarı 6 milyonu 1 ay-5 yaş arası çocuklar, 4 milyonu ise 0-1 ay arası yenidoğanlardır. 42 ülkede gerçekleşen 0-5 yaş ölümlerinin yüzde 90’ı dünyadaki kaynaklarla önlenebilecek ölümlerdir. Gelişmiş ve gelişmekte olan çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalar, anne sütüyle beslenmenin bakteriyel menenjit, bakteriyemi, diyare, solunum yolu enfeksiyonları, nekrotizanenterokolit, otitismedia ve üriner enfeksiyonları önlediğini göstermektedir.

anne sütü


ABD’de anne sütü ile beslenme yenidoğan dönemi sonrası bebek ölümlerini yüzde 21 azaltmıştır. Dünyada ise anne sütü ile beslenme yılda 1 milyon 301 bin ölümü engellemektedir. Bu yüzden çocukların sağlıklı besinlere ulaşımı basitlaştırılmalı ve anne sütüyle beslenme desteklenmelidir. Sağlıklı term bebekler için en en uygun beslenme anne sütü ile beslenmedir. Anne sütü ekonomik, sindirimi basit, her zaman her yerde kullanıma hazırdır. İlk 6 ay tek başına anne sütü bebeğin bütün gereksinimlerini karşılar, 2 yaşına kadar tamamlayıcı gıdalarla emzirme sürdürülür. Ülkemizde ilk 6 ay anne sütü ile beslenen bebek oranı günümüzde yüzde 90’lara ulaşırken, ilk 6 ay tek başına anne sütü ile beslenenlerin oranı Türkiye Nüfus Sağlık Araştırmaları (TNSA) 2008 verilerine göre yüzde 40’ların üzerine çıkmıştır. Bu artış çabucak de devam etmektedir.”

7 Ekim 2015 Çarşamba

Bebeğinizin konuşması elbette ki doğal yollarla olacaktır. Bebeğin konuşma döneminde sorunların yaşanmaması için tabii ki  anne babanın üstlenmesi gereken sorumlulukları vardır. Kendini doğru ifade edebilen bir bireyin çocuğu sağlıklı konuşma becerisine sahip oluyor.Çocuğum nasıl konuşma becerisini kapabilir sorusunu sormadan önce kendinize çocuğumun nasıl doğru konuşmasını sağlarım sorusunu sormanız gerekmektedir. Konuşma becerisi bebeklik döneminde daha fazla önem arz ediyor. Çocukların konuşma becerisini kapmada en büyük etken oyuncaklarıdır. Çocuğunuzun seveceği oyuncakları ona sunmanız konuşma becerisinde ona büyük destek oluşturacaktır.


Son zamanlarda bilgisayar oyunlarının ve konsol oyunlarının, fiziksel oyunların yerini alması çok büyük bir sorunsaldır. Bilgisayar ve konsol oyunlarının yerine fiziksel oyunları tercih etmeniz, bebeğinizin gelişiminde çok büyük etmendir. Eski tip oyuncakların, bilgisayar oyunlarına göre daha fazla bebek gelişimine katkı sağladığı görülmüştür. Çünkü bebeğiniz oyuncaklarıyla sohbet ederek konuşmayı öğrenir.

Bebeğinizin gelişiminde diğer bir önemli husus da bebek ile sohbet etme konusudur. Bebeğinizin 2 ile 5 yaş arasındaki döneminde onunla bol bol sohbet etmelisiniz. Sohbet, bebeklerin dil ve konuşma becerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Bebeğiniz, sizin kelime haznenize göre şekilleneceğini de unutmamanız gerekir. Bu yüzden siz de kelime haznenizi geliştirmelisiniz. Bebeğinizi yanınıza alıp sesli bir şekilde kitap okumanız sizin için çok faydalı olacaktır.


Sağlıcakla kalmanız dileğiyle.

Sosyal Paylaşım Sayfaları

sosyal sitesosyal sitesosyal site

Taze Yayınlar

Takipçilerim

Popüler Yazılarımız

Sayfa Görüntüleme Sayısı


Bumerang - Yazarkafe

Bumerang - Yazarkafe

Diğer Yazılarımız

Bloğumuza Birde Burdan Bakın ツ